Russia Today'da yayınlanan önemli bir haber-analiz. Hizbullah gerçekten de Suriye'deki savaşa dahil oldu mu?
Nadezhda Kevorkova
Russia Today
Suriyeli isyancılar, İslam dünyasının en güçlü askeri grubu olan Lübnan Hizbullahı'nı iç savaşa çekmek için Şii kutsal mekânlarına saldırıyor ve Lübnan sınırında yaşayan 30 bin Suriyeli Şii Müslümanı hedef alıyor.
Hizbullah, savaşa katılmayı geciktirmek için her şeyi yapıyor.
Hizbullah, 1970-1990'lar arasındaki Lübnan İç Savaşı'na katılmamış olmasından ve tüm Lübnanlı partileri ve cemaatleri bir araya getirebilmiş olmasından gurur duyuyor. Hizbullah her zaman Filistinlileri destekledi, Lübnan halkı ve başka ülkelerdeki Müslümanlar tarafından sevildi. 17 yıl boyunca Hamas merkezleri, Beyrut'un Hizbullah kontrolündeki banliyösü Dahiye'de bulundu. Bu, Şiiler ve Sünniler arasındaki siyasi ve askeri işbirliği için bir modeldi. Şimdi bunların hepsi gitti: birleşik cephe yok, dayanışma yok, Hizbullah'ın, içinde savaştığını ve cesur askerlerinin canlarıyla bedelini ödediğini söylediği ortak direniş yok. Şimdi, bu dayanışmanın yerine, Suriyeli isyancılar Şiilere savaş ilan etmiş durumda.
Siyasi fitne
Geçen hafta Lübnan'da çok kötü iki olay meydana geldi. Bu olayların, Lübnan'daki insanların Hizbullah'ı desteklemediğini kanıtladığı varsayıldı. Bazı aktivistler Trablus'ta bir Suriyeli mülteciyi yakaladı, boynuna“Ben bir Alevi Şebbiha'yım” yazan bir yafta koydu ve bu şekilde kasabada dolaştırdı. (Şebbiha konuşma dilinde mahalle denetleme birimleri için kullanılan ifadedir ve “gangster” -ve hayalet- anlamına gelir).
Sayda'da çalışan 43 yaşındaki öğretmen Salim el-Rafi, "Sünniler arasında, Sünni kardeşleri korumak için genel seferberlik" çağrısı yapan bir bildiri yayınladı. Şiilere karşı kutsal savaş çağrısına çok az insan cevap verdi, fakat El-Rafi'nin ofisinin önünde, Şiilere karşı cihada katılmak üzere kuyruk oluşturarak bunu kamusal bir eyleme çevirdiler.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Suriye muhalefetinin ve Arap Baharı'nın Müslümanların apaçık düşmanından – İsrail ve destekçilerinden – başka yere yönelmesini ve Sünniler ile Şiiler, Hizbullah, İran vs. arasında iç ihtilafa sürüklenmesini “siyasi fitne” olarak adlandırdı. Nasrallah, Müslümanların öfkesinin sinsice, başka yere yönlendirildiğini söylüyor.
Bu “fitne” pek çok kez kendisini, Şiilerin öldürülmesiyle ifade ediyor. İsyancıları destekleyen medya, Direniş hareketinin 10, 20, hatta 40 üyesinin isyancılar tarafından öldürüldüğünü aktarıyor. Hizbullah bu haberler hakkında yorum yapmıyor. Fakat insanlar bir siyasi tepki bekliyorlar.
On yıllardır, Güney Lübnan'da ve Suriye'de hükümetten bağımsız askeri örgütlenmesi ve eğitim üssü bulunan tek Müslüman topluluk Şiilerdi. Yıllar boyunca Filistinlileri destekleyen, Arap ülkelerindeki rejimler değil, Hizbullah'tı. Ve şimdi, cesur liderinin aksine, onların İslam düşmanı oldukları anlatılıyor.
Bir şehidin cenazesi
Hocali ailesinin on bir şehidi var. İçlerinden on tanesi, İsrail'le savaşırken hayatını kaybetti, 24 yaşındaki Haydar Ahmed Hocali ise bir Suriyeli isyancı tarafından vuruldu. Ahmed Hocali'nin Güney Lübnan'da bulunan Nebatiye'deki cenazesi, büyük bir gösteriye dönüştü, saatler boyunca on binlerce kişi kafilenin içinde yürüdü. Şii sokağı, Şiilerin öldürülmesine ve Suriye'den sürülmelerine nasıl yanıt vereceklerine karar vermek için Hizbullah'ı bekliyor.
Bu cemaatte, binlerce kişiden oluşan bir aile o kadar da büyük olarak görülmüyor. Aile büyüklerinin evi, kırlarla çevrili bir tepenin üzerinde yer alıyor. Öğlen vakti, çok sayıda insan girişte toplanıyor. Ev, yakın akrabalarla dolup taşıyor. Şehidin annesi, teyzeleri, büyükanneleri ve kız kardeşleri odada oturuyor. Hemen hemen hepsinin dizlerinde çocukları var. Bütün kadınlar siyah giyinmiş. Çoğu hissiz görünüyor. Eğer biri ağlamaya başlarsa, hissizlik hali bir süreliğine biraz bozuluyor, ama sonra geri geliyor. Şiilerin ölümü ve şehitleri nasıl gördüğünü anlamalısınız – bu, elde edebileceğiniz en büyük ödül.
Ailenin ilk şehidinin afişleri Lübnan'ın her tarafında asılı. O, “işgal rejimine” veya burada söyledikleri haliyle “Siyonist düşmana” karşı savaşta Direniş bayrağını en son noktaya kadar yükselten kişiydi. Burada Hizbullah'tan da Direniş diye bahsediliyor. Çok yakın zamana kadar karşılarında tek düşman vardı.
Nebatiye baştan aşağı, siyah bayraklar ve şehitlerin resimleriyle kaplı. Şehitlerin hepsi, İsrail'e ve Lübnan'daki işgale karşı ve Filistinlilerin özgürlüğü için mücadelede hayatlarını kaybetmiş. Sakinlerin hepsi, onların isimlerini ve yüzlerini tanıyor. Çocuklar, erken yaşlarından itibaren onların kahramanca başarılarına dair hikayeler dinliyor. Şimdi, Şiiler bir gerçeklikle karşı karşıya: Suriyeli isyancılar onları Müslüman olmayan, kâfir kişiler olduklarını iddia etti ve püskürtülmeleri gerektiğini söyledi: isyancılara göre onlar öldürülebilir ve malları yağmalanabilir. Bu, bütünüyle anlamsız.
Aile beni cenazeye davet etti – her ne kadar izin gerekse de. İnsanlar, kederliyken bile, teyakkuz halindeler. Törende bir yabancı gören herkes, ona eşlik edenlere bu kişinin kim olabileceğini ve katılmasına kimin izin verdiğini soruyor. Bunu nazik bir şekilde, sessizce ve sadece dudaklarını oynatarak soruyorlar. Sadece cevap aldıktan sonra rahatlıyorlar.
Cenazede medyadan kimse bulunmuyor.
El Arabiye veya El Cezire'yi burada görmek ilginç olurdu. Ancak benim katılmam için izin alan kişi, onların yaklaşmaya cüret edemeyeceklerini söyledi.
Hizbullah'a bağlı El Menar televizyonundan da muhabir yok. Cenazelerde bir dizi nedenle çekim ya da yayın yapılmıyor: Hizbullah üyelerinin kimliklerini ifşa etmemek için ve insanların ne kadar öfkeli olduklarını göstermekten kaçınmak, böylece de Suriye savaşının neden olduğu ateşe daha fazla odun atmamak için.
Erkekler, gencin cenazesini evine götürüyor. Havaya ateş ediyorlar. Hoparlörlerden bir dua duyuluyor.
Cenazelerde neden ateş ettikleri anlaşılıyor – havaya ateş açmak, her şeyi katlanılmaz kılan gözyaşlarını durdurmayı sağlıyor. İnsanları mobilize etmeyi ve konsantrasyonu sağlıyor.
Cenaze, bir sedye üzerinde üst kata çıkarılıyor – önce ölen gencin odasına, arkasından annesinin odasına. Genç adam arkasında dul bir eş ve bir çocuk bırakmış.
Beyaz bir kefene sarılmış, dudaklarında, bütün Müslümanların aşina olduğu şehit gülümsemesi bulunan genç adamın bedeninin üzerinden Hizbullah bayrağı ve örtü kaldırılıyor. Havanın sıcak olmasına ve üç gün önce ölmüş olmasına – cenaze Nebatiye'ye bu sürede getirildi – rağmen, hiçbir bozulma emaresi yok.
Onlarca kişi, son görevlerini yerine getiriyor. Herkes şehidin yüzünü görmek ve hafızalarında tutmak istiyor. Çocuklar, şehidin yüzünü daha iyi görebilmeleri için yukarı kaldırılıyorlar.
Şehidin teyzesi, “Sen de bu yüzü hafızanda tutmak istiyor musun?” diye soruyor.
Bir genç kadın, çocuklu bir kadın veya yaşlı bir kadın bunu yapmak istediği zaman, bir komut üzerine erkekler kenarı çekiliyor. Bütün mekân tıkış tıkış olduğu için bu, inanılmaz gibi görünüyor.
Şiiler, hem erkekler hem de kadınlar cenazede gözyaşı döküyorlar, fakat ölüm korkusu veya bu adamın bu kadar genç ölmüş olmasının üzüntüsünden değil. Genellikle, sizden önce göçen ve kendi gövdenizle kurşundan koruyamadığınız kişi için gözyaşı dökmenize izin veriliyor.
Bu cenazede başka türlü bir gerilim hissediliyor. Şehidin evine doğru yaklaştığımızda, kadınlar sürekli “bu nasıl olur?” diye sorarken erkekler sessiz kalıyor.
“Bu” diye kastettikleri şey, herkesin bildiği, Suriyeli isyancıların Şiilere karşı savaşı. Her ailenin sınıra yakın Şii köylerinde yakınları var. Pek çok ev, Suriye köylerinden gelen mülteciler için, sadece Şii değil aynı zamanda Sünni mülteciler için sığınak oldu. Suriye'deki isyancıların Şiileri “gayrimüslim” ve “düşman” olarak ilan ettiğine dair haberler, herkesin bildiği sır. Aşağılama, sürgün, işkenceler ve dayak – İsrailli işgalcilerden geldiğinde – herkes tarafından yaşanıyor ve anlaşılabiliyordu. Şimdi bu, din kardeşlerinden geliyor ve hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu, tarihsel örnekleri olan, üzerine teorik tartışmalar yapılan ve insanların dini mekanlara yaptıkları ziyaretler sırasında, camilerde ve sokaklarda terörist saldırılarda öldürülebildiği Irak'ın gerçekliğinde olan bir durum.
Şimdi mezhepçi nefret, çeyrek asır boyunca, her ne kadar dini değil, siyasi nedenlerle de olsa iç savaş yaşamış olan Lübnan'a geldi.
Cenazeye katılanların hepsi, Suriyeli isyancıların Şam yakınlarındaki Daraya'da, Hazreti Muhammed'in torununun defnedilmiş olduğu bir Şii camiini bombaladıklarını biliyor. İsyancılar, Şam yakınlarında Hazreti Muhammed'in bir diğer torunu olan Zeyneb'in defnedilmiş olduğu bir diğer cami [Seyyide Zeyneb Camii] de saldırıya uğramıştı.
Haydar Ahmed'in cenazesinde, acılı ve zorluklarla pişmiş erkekler ve kadınlar, camilerinin yıkılmış mimari ve kültürel hazineleri için gözyaşı dökmedi. Kutsal bir mekâna yönelik bir şiddet eyleminin savaş anlamına geldiğini biliyorlar. Bilmek istedikleri şey, din kardeşleri savaşın başladığını açıkça ifade ederken ne yapmaları gerektiği. Misilleme zamanı mı?
Cenazeden önce ve sonra, onlarca kişiyle konuştum. Hepsinin aklında sorular var, cevap ise yok.
Cansız beden düz zemine konulurken, ziyaretçiler dar bir merdiven yoluyla evden çıkmaya başlıyor. Çocuklar hariç, insanlar sokakta toplanıyor. Erkekler cenazeyi ağırbaşlı bir şekilde taşıyor, dua ve selamlar haykırıyor. Cansız beden cenaze arabasına konuluyor ve uzun cenaze kafilesi kasabaya doğru yola çıkıyor.
Kafile büyüyor, çok sayıda insan, her yaştan erkekler katılıyor. Kadınlar geleneksel olarak cenazelere katılmazlar. Fakat bu kez, yol boyunca, pencerelerden ve balkonlardan bakar halde, hepsi sessiz ve siyah giyinmiş halde kadınlar görülüyor.
Güç ifadesi olarak öz örgütlülük
Kafile Nebatiye'nin sokaklarında ilerliyor – kasaba bugüne kadar böyle bir şey görmemiş. Binlerce kişi ağırbaşlı vaziyette, cenaze kafilesinin mezarlığa ulaşmasını bekliyor. Trafiğin tamamen durmuş olmasına rağmen kusursuz bir düzen kurulmuş durumda. Mezarlığa yaklaştıkça, Hizbullah'ın varlığı daha belirgin hale geliyor: hem gaziler hem de genç askerler gelmiş; bazıları yorgun, bazıları eğitim üniformalarıyla. Çok sayıda kişi camilerden kafileye katılıyor ve onların büyüyen varlığı düzeni güçlendirip bir odak noktası veriyor. Kasaba sakinlerinin hepsi Hizbullah taraftarı değil. Pek çok anne-baba, oğullarının yıllar önce harekete katıldığından habersiz. Fakat hayatlarını kaybettiklerinde cenaze gerçekliği ortaya çıkarıyor, zira gizli cenaze olmaz. Uygun şekilde yapılan bir kamusal cenaze, her aile için onur kaynağıdır. Pek çok kişi cenazeleri telefonlarına kaydediyor, savaşçıların kayda değer ateş etme becerilerini sergiledikleri sahneler, savaşçıların gerçek kimliğini ifşa etmeksizin yakalanıyor.
Şehit toprağa verildi. Haberler yayılıyor ve insanlar yavaş yavaş ayrılmaya başlıyor. Bir cenaze, yerel topluluk hakkında çok şey anlatıyor. En çarpıcı şey, yüksek düzeydeki öz örgütlülük, öz disiplin ve davranış kurallarına bağlılık. Düzeni bozacak hiçbir şeye izin verilmiyor. Eğer biri fenalaşırsa, tıbbi yardım sağlamak üzere ambulanslar ve doktorlar orada; komşular hemen bir sandalye, biraz su ve ilk yardım sağlayacaklar – endişe ve heyecana mahal vermeden, etkili ve çabuk bir şekilde.
İnsanlar, donanımlı araçların ve doktorların birden bire ortaya çıkmasına şaşırdığımı görünce, "Bu, Direniş'in ambulans hizmeti" diyorlar.
Gazilerden biri, "Düşen kahramanlarımızı gizlilik içinde toprağa veremeyiz. Herkes için böyle bir cenaze düzenlenir. Bu nedenle, öldürülen 40 veya 20 şehide dair haberler duyduğunuz zaman, bunun yalan olduğunu bilmelisiniz. Bunun gibi bir savaşçı grubu ülke çapında hareket etmekte zorlanmayacaktır ve hiç kimse onları durduramayacaktır” diyor. Sınırdaki Şii yerleşimlerinde de pek çok kişiden aynı şeyi duydum. Bu, Hizbullah'ın savaşa dâhil olmadığı ve liderinden böyle bir talimat gelmediği sürece de olmayacağı anlamına geliyor.
Onlara, insanlar arasında sık sık Hizbullah'ın eyleme girdiğinin ve kayıplar verdiğinin kanıtları olarak gösterilen fotoğrafları, yani Direniş bayraklarıyla sarılı onlarca tabut fotoğrafını soruyorum. Telefonlarına bakıyorlar ve “Bu fotoğrafları mı kastediyorsun?” diye soruyorlar. Evet diyorum.
“Bunlar İsrail tarafından uzun zaman önce alıkonulan askerlerimizden geriye kalanların fotoğrafları. Onları toplu halde tuttuktan yıllar sonra geri göndermeye başladılar, biz de bu yüzden toplu cenazeler düzenliyoruz. Başka bir durumda, savaşçılarımız için aile cenazesi düzenlerdik” – diye izah ediyorlar.
“İnsanlar kendilerini korumak için sınırın her iki tarafında, hem Lübnan hem de Suriye'de halk komiteleri oluşturdular. Bu komitelerin Hizbullah'la bir ilgisi yok. Hizbullah, ancak Hasan Nasrallah'ın bu yönde emir vermesi halinde müdahil olacaktır. Eğer bize başka seçenek bırakmazlarsa, meydan okumayı kabul ederiz ve bu siyasi bir karar olur.” Şehidin cenazesindeki binlerce kişi bana bir şekilde, söylediklerinde ciddi olduklarını ve bu karar için hazır olduklarını hissettirdi.
Çeviren: Selim Sezer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder