2 Mayıs 2013 Perşembe

İslam Devrimi Dosyası -VI-: İslami Direniş Kavramının Sahneye Çıkışı


İslamî mukavemet düşüncesi, devletlerin ötesinde varlık göstermiş ve halklar arasında kök salmıştır. Uluslararası ilişkiler teorilerine göre devletler asıl oyuncular olarak kabul edilir. Ancak mukavemet düşüncesinin pratikleşme sürecinde hem devletler hem de devlet dışı unsurlar birlikte çalışmıştır.
İslamî Mukavemet: İran İslam İnkılâbı Düşüncesinin Bölgedeki Yankısı

Fars Haber Ajansı

İran İslam İnkılâbı'nın Ortadoğu'daki en önemli etkisi, kökü Sadr-ı İslam'a dayanan yeni bir kimlik icadıdır. İslam İnkılâbı bölgedeki siyasî ve askerî dengeleri değiştirmeyi başarmıştır.

İslam İnkılâbı her ne kadar İran sınırları içerisinde gerçekleşmiş bir olay olsa da bu sınırlar içerisine hapsolmamış ve coğrafî sınırlarının ötesindeki bölgeleri etkisini altına almıştır.

Bu halk inkılâbının Ortadoğu bölgesindeki en önemli etkisi, kökü Sadr-ı İslam'a dayanan yeni bir kimlik icat etmiş olmasıdır. Bu yeni kimlik “İslamî mukavemet” adıyla tanınmış ve zamanla bölgedeki devletleri veya halkları etkisi altına almıştır.

İslam İnkılâbı ve Mukavemet Düşüncesi

Mukavemet düşüncesini erken dönem İslamî düşüncesi çerçevesinde incelemek gerekir. Hz. Peygamber (s.a.a) ve ashabı peygamberliğin başlangıç yıllarında Mekke'de türlü türlü baskılara maruz kalmış, ancak baskıların üstesinden gelerek imanlarında sabitkadem olmuşlardı.

Medine'ye hicretten sonra da düşmanların baskısı devam etmişti. Müslümanlar, müşriklere oranla daha az olanağa sahipti. Bütün bu zorluklara rağmen İslam inancını tebliğ süreci bir an olsun sekteye uğramadı. Sonraları bu düşünce Roma ve Sasani imparatorluklarını dize getirmeye muvaffak oldu.

Mukavemet düşüncesinin Sadr-ı İslam'daki en önemli yansıması Aşura kıyamıdır. Siyasî açıdan bu kıyam, zalim yönetime karşı mazlum direnişin tecellisiydi. Aşura kıyamı bilhassa Şiilerce kutsal kabul edilmiş, Sünniler tarafından ise saygıyla anılmıştır. Aşura kıyamı, İran İslam İnkılâbı'ndan önce Hindistan'da sömürgeci Britanya'ya karşı direnen halka ilham kaynağı olmuştur. Nitekim Gandi'nin bu yönde açıklamaları vardır: “Ben Hindistan'a yeni bir şey getirmedim; tek yaptığım Kerbela kahramanları hakkında yaptığım araştırmaların sonucunu Hint yönetimine armağan etmek oldu. Hindistan'ı kurtarmak istiyorsak Hüseyin b. Ali'nin yolunu takip etmeliyiz.” Bu sözler bir Müslümanın sözleri değil; sömürü karşıtı Hintli bir direniş liderinin sözleridir.

Bu, başta Aşura kaynaklı mukavemet düşüncesi olmak üzere, İslamî mukavemet kültürünün siyasî bir kimlik icat edebileceği anlamına gelir. Hindistan'da şekillenen bu kimlik her ne kadar İslamî bir kimlik değildiyse de İslamî kültürün siyasî boyutundan beslenen bir kimlikti.

Düşünce, Yöntem ve Kimlik

Konstrüktivistlere göre düşünce yöntemi, yöntem ise kimliği oluşturur ve kimlikler de menfaatleri belirler.

Sadr-ı İslam kaynaklı İslamî kimlik, İran İslam İnkılâbı sürecinde İran'ın millî kimliğinin güçlü bir unsuru oldu. Tutukluların Pehlevî rejiminin işkencecilerine direnişi, çeşitli baskılara tahammül, 28 Mordad 1332 (19 Ağustos 1953) darbesiyle başlayan korkunç dönemin sona ermesi ve 22 Behmen 1357'de gerçekleşen (11 Şubat 1979) İslam İnkılâbı ile düşünce, inkılâpçıların amacına ve kimliğine dönüştü ve İslam İnkılâbı'ndan sonra İran'ın ulusal menfaatlerini oluşturdu. Böylelikle İslamî maslahatlar ile ulusal çıkarlar bir noktada tamamen birleşmiş oldu.

Yapı ve işleyen (özne), konstrüktivistlere göre, birbirleriyle daima etkileşim içindedir. Burada yapıdan maksat, tasavvur veya sosyal ya da maddî mevcudiyettir. Özne ile kastedilen ise ulus devletlerdir. Bu daimî etkileşimde hem özne yapıyı etkiler, hem de yapı özne.



İran İslam İnkılâbı'nın ürünü olan kimlik, yapıyla etkileşiminde, aslında uluslararası fikrî ve maddî sistemin zorladığı sekiz yıllık savaşla karşı karşıya geldi. Bu savaş sırasında İran ulusunun devrimci kimliği tam manasıyla direnişçi bir boyut kazandı. Öyle ki İran halkı, kimi zaman Sadr-ı İslam Müslümanlarının konumuna benzer bir konumda yer aldılar. Sadr-ı İslam'da Müslümanlar nasıl boykotla karşılaştı iseler devrimci İran da halka bilhassa döneminde çeşitli ambargo ve boykotlarla karşılaştı.  Sekiz yıllık ağır savaş sürecinde, Şah rejimiyle mücadele döneminde şekillenmeye başlayan İslamî mukavemet adındaki kimliğin oluşumu, İranlıların vatanlarını savundukları sekiz yıllık süreçte kemale erdi.

Bu süreçten sonra sıra öznelere geliyordu. Öznelerin yapıyı etkilemeleri ve direniş düşüncesini İslam dünyasının diğer bölgelerine ihraç ederek hâkim yapıyı değiştirmeleri bekleniyordu. Mukavemet düşüncesinin Suriye, Lübnan, Filistin başta olmak üzere özellikle Şiilerin yaşadıkları bölgelere ihracı Ortadoğu'da yeni bir kimliğin icat olmasını sağladı. Hiç kuşkusuz bu yeni kimlik İran halkının İslam İnkılâbı'nın doğrudan ürünüydü.

Devlet Adamları ve Halk İslamî Mukavemetin Oyuncuları Oluyorlar

İslamî mukavemet düşüncesi, devletlerin ötesinde varlık göstermiş ve halklar arasında kök salmıştır. Uluslararası ilişkiler teorilerine göre devletler asıl oyuncular olarak kabul edilir. Ancak mukavemet düşüncesinin amelî olma sürecinde hem devletler hem de devlet dışı unsurlar birlikte çalışmıştır.

İran ve Suriye devletleri, İslamî mukavemete bağlı devletlerin başında gelir. Lübnan'daki Hizbullah ve Filistin'deki İslamî Cihad ve Hamas bu alandaki sivil oyunculardır.

Aslında mukavemet ekseni adı verilen şey, İran İslam İnkılâbı'ndan kaynaklanan kimliğin dış dünyadaki yansımasıdır. Düşmana karşı verilen bu özel savaş, bu siyasî-kültürel bakış açısında tanımlanabilirdir ve modern dönemde bir benzeri yoktur.

Mukavemet Mantığında Güç Kavramı

Mukavemet mantığında güç kavramı, uluslararası alanda neo-realistler tarafından yapılan tanımından farklıdır. Neo-realistler, selefleri realistlerin aksine gücü, “sonuçların kontrolü” ilkesi bağlamında tanımlarlar. Bu mantıkta güç, kabiliyet ve etki ölçütü olarak tanımlanır.

Konunun daha iyi anlaşılması için Vietnam Savaşı örneği etrafında düşünelim: Realistlere göre Vietnamlılar, isteklerine ulaştıkları için Amerikalılardan daha güçlüydü. Ama neo-realistlere göre Amerikalılar, savaştan sonra Vietnam üzerinde bıraktıkları etki Vietnamlıların Amerikan güçleri üzerindeki etkisinden daha fazla olduğu için daha güçlüydüler.

Mukavemet düşüncesinde zafer farklı bir biçimde tanımlanır ve güç, zafer kavramıyla birlikte değerlendirilir. Mukavemet kültüründe bâtıl ile savaş, görünürde yenilgiyle sonuçlansa bile zafer sayılır. Bu, mukavemet açısından bir prensiptir. Buna göre Müslümanlar küfür karşısında direnmekle yükümlüdür. Bu düşüncede zafer ile kurtuluş kavramları arasında da paralellik vardır. Allah yolunda cihad eden mücahid, ister maddî dünyada zafer kazansın ister yenilgiye uğrasın, kurtuluşa ermiş sayılır.

Bu düşüncenin temelinde Aşura kıyamından alınan ders yatmaktadır. Dolayısıyla İslamî mukavemetin şekillenmesinin ve muvaffakiyetinin sırrı, güç tanımındaki değişimde aranmalıdır. Güç, yalnızca dünyevî zafer değildir; bilakis manevî ve metafizik bir anlamı vardır.

İslamî Mukavemetin Dünyevî Zaferleri

Bu, İslamî mukavemet açısından dünyevî zaferin önemsiz olduğu veya mukavemetin dünyevî zafer kazanamadığı anlamına gelmez. Nasıl İran uluslararası komploların ürünü olan sekiz yıllık savaşta direniş gösterdiyse 2000'den sonra İslamî mukavemet, İsrail karşısında, 60 yıllık Arap-İsrail çatışmasında eşi benzeri olmayan zaferler kazandı.

İran İslam İnkılâbı'ndan ilhamla ortaya çıkan direnişçi kimlik, uzun süren çatışmaların arından Tel Aviv rejimini dize getirmiş ve Güney Lübnan'ı özgürlüğüne kavuşturmuştur. Aynı kimlik, 33 Gün Savaşı'nda, Arap-İsrail savaşı tarihi boyunca kazanılan en büyük zaferi Araplara hediye etmiştir.

Öte yandan 22 gün ve 8 gün savaşlarında askerî olanaksızlıklarına rağmen Filistin İslamî mukavemeti, direnişçi kimlikten öğrendiği askerî taktikleri uygulayarak zalim İsrail'e unutulmayacak bir ders vermeyi başarmıştır.

Değerlendirme

Kısa bir değerlendirme yapmak istersek şu hususlara dikkat çekebiliriz: İran İslam İnkılâbı Öz Muhammedî İslam'a dayanarak modern dünyada direnişçi yöntem ve kimlik tesis etmiş ve bu kimliği sınır ötesine taşıyarak uluslararası yapıyı en azından Ortadoğu bölgesinde ciddi anlamda değiştirmiştir.  

Bu, İran halkının şehidlerinin kanlarının ürünü olan İslam İnkılâbı'nın uluslararası sistemin sınırlarını zorladığı, Batı modernizmini yeni bir olguyla karşı karşıya bıraktığı anlamına gelir. Bu yeni olgu, egemen uluslararası kültürü, Batılı düşünürlerin yıllar öncesinden uyardığı yeni bir çatışma ortamına sürüklemiş ve “Ortadoğu'nun uyuyan medeniyetinin uyanmakta olduğunu” bütün dünyaya ilan etmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder