Bir gerilla gücü olan Hizbullah'ı klasik benzerlerinden farklı kılan yönleri ve Siyonist rejim için hazırladığı sürprizleri içeren yeni stratejisini masaya yatıran önemli bir analiz...
Hizbullah'ın projesi: Bir sonraki savaş son savaş olacak
Emel Saad-Gurayib
Open Democracy
Temmuz-Ağustos savaşından “öğrenilen derslerin” en büyüklerinden biri, 1990'ların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan modern asimetrik savaş konseptinin şiddetli bir şekilde revizyona ihtiyaç duyduğu. Hizbullah'ın savaş sırasında sergilediği askeri performans,asimetrik savaşın artık sadece “düşmanının geleneksel operasyon biçiminden belirgin bir şekilde farklılaşan” “geleneksel olmayan” yöntemleri benimseyen siyasal aktörler üzerinden (ABD ordusunun yaptığı tanım budur) tanımlanamayacağını gösteriyor.
Otuz üç gün savaşı, Hizbullah'ın sadece gerilla savaşı sanatını mükemmelleştirmekle kalmayıp, “geleneksel olmayan” yöntemlerle konvansiyonel orduların kullandığı “normal operasyon biçimlerini” kaynaştıran yeni bir savaş paradigmasıyla bunu aştığını gösteriyor (bkz: Frank G Hoffman, Hybrid Threats: Reconceptualizing the Evolving Character of Modern Conflict (“Melez Tehditler: Modern Çalışmanın Gelişen Karakterinin Yeniden Kavramsallaştırılması”) [Strategic Forum, Ulusal Stratejik Çalışmalar Enstitüsü, Nisan 2009]).
Bu yeni savaş modelini inceleyenlerin en başında, Hizbullah'ın direniş şablonunun güç asimetrilerini dengelemenin bir aracı işlevi göreceği, ABD karşıtı devlet ve devlet dışı aktörler arasında bir “melez savaş” yayılmasına yol açmasından korkan Amerikan askeri stratejistleri geliyor (bkz: Paul Rogers, "America's new-old military thinking" [“Amerika'nın yeni-eski askeri düşüncesi”, 23 Temmuz 2009). Beklenti, ABD'nin devlet dışı karşıtlarının Hizbullah melezliğinin konvansiyonel unsurlarını taklit edeceği, düşman devletlerin ise konvansiyonel olmayan yöntemleri ödünç alacağı yönünde.
Pentagon'daki pek çok savunma planlayıcısı, böyle bir ihtimale yanıt olarak şimdi, ABD ordusunun bu stratejiyi terk ederek öngörülen "melez tehditler" ile savaşmaya daha iyi uyarlanmış geleneksel yöntemlere yeniden odaklanmak üzere, gayrinizami harp ve kontrgerilla savaşı çizgisinde yeniden konumlanmasını savunuyor. Bu yüzden ABD ve İsrail konvansiyonel ordularını konvansiyonel olmayan tehditlerle yüzleşmeye uyarlamakla meşgulken, Hizbullah etkin bir şekilde askeri doktrinini, taktiklerini ve silahlarını konvansiyonelleştiriyor ve silahlı kuvvetlerini nizami hale getiriyordu.
Stratejik topluluk
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bu paradigma değişikliğini direnişin önde gelen askeri stratejisti İmad Muğniye'nin 12 Şubat 2008'de Şam'da katledilmesinden yalnızca birkaç gün sonra açıklamıştı. Nasrallah'ın ifade ettiği gibi direniş, üç aşamalı bir gelişim sürecinden geçmiş, kendiliğinden gelişen “geniş halk direnişi” ile yan yana savaşan bir silahlı direniş iken “örgütlü ve yoğunlaşmış silahlı askeri eylem”e dönüşmüş, nihai aşamada ise “düzenli ordu ve gerilla savaşçılarının bileşimi olarak işlev gören benzersiz bir yeni savaş ekolü” düzeyine gelmişti. Bu sentezde Hizbullah, askeri stratejisi, taktikleri, silahları ve organizasyonunda konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan unsurlar arasında ustaca bir denge sağlamış gibi görünüyor ve bu, değişimin bir direniş grubundan bir direniş ordusuna doğru bir geçiş olduğunu gösteriyor.
Emel Saad-Gurayib
Open Democracy
Temmuz-Ağustos savaşından “öğrenilen derslerin” en büyüklerinden biri, 1990'ların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan modern asimetrik savaş konseptinin şiddetli bir şekilde revizyona ihtiyaç duyduğu. Hizbullah'ın savaş sırasında sergilediği askeri performans,asimetrik savaşın artık sadece “düşmanının geleneksel operasyon biçiminden belirgin bir şekilde farklılaşan” “geleneksel olmayan” yöntemleri benimseyen siyasal aktörler üzerinden (ABD ordusunun yaptığı tanım budur) tanımlanamayacağını gösteriyor.
Otuz üç gün savaşı, Hizbullah'ın sadece gerilla savaşı sanatını mükemmelleştirmekle kalmayıp, “geleneksel olmayan” yöntemlerle konvansiyonel orduların kullandığı “normal operasyon biçimlerini” kaynaştıran yeni bir savaş paradigmasıyla bunu aştığını gösteriyor (bkz: Frank G Hoffman, Hybrid Threats: Reconceptualizing the Evolving Character of Modern Conflict (“Melez Tehditler: Modern Çalışmanın Gelişen Karakterinin Yeniden Kavramsallaştırılması”) [Strategic Forum, Ulusal Stratejik Çalışmalar Enstitüsü, Nisan 2009]).
Bu yeni savaş modelini inceleyenlerin en başında, Hizbullah'ın direniş şablonunun güç asimetrilerini dengelemenin bir aracı işlevi göreceği, ABD karşıtı devlet ve devlet dışı aktörler arasında bir “melez savaş” yayılmasına yol açmasından korkan Amerikan askeri stratejistleri geliyor (bkz: Paul Rogers, "America's new-old military thinking" [“Amerika'nın yeni-eski askeri düşüncesi”, 23 Temmuz 2009). Beklenti, ABD'nin devlet dışı karşıtlarının Hizbullah melezliğinin konvansiyonel unsurlarını taklit edeceği, düşman devletlerin ise konvansiyonel olmayan yöntemleri ödünç alacağı yönünde.
Pentagon'daki pek çok savunma planlayıcısı, böyle bir ihtimale yanıt olarak şimdi, ABD ordusunun bu stratejiyi terk ederek öngörülen "melez tehditler" ile savaşmaya daha iyi uyarlanmış geleneksel yöntemlere yeniden odaklanmak üzere, gayrinizami harp ve kontrgerilla savaşı çizgisinde yeniden konumlanmasını savunuyor. Bu yüzden ABD ve İsrail konvansiyonel ordularını konvansiyonel olmayan tehditlerle yüzleşmeye uyarlamakla meşgulken, Hizbullah etkin bir şekilde askeri doktrinini, taktiklerini ve silahlarını konvansiyonelleştiriyor ve silahlı kuvvetlerini nizami hale getiriyordu.
Stratejik topluluk
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bu paradigma değişikliğini direnişin önde gelen askeri stratejisti İmad Muğniye'nin 12 Şubat 2008'de Şam'da katledilmesinden yalnızca birkaç gün sonra açıklamıştı. Nasrallah'ın ifade ettiği gibi direniş, üç aşamalı bir gelişim sürecinden geçmiş, kendiliğinden gelişen “geniş halk direnişi” ile yan yana savaşan bir silahlı direniş iken “örgütlü ve yoğunlaşmış silahlı askeri eylem”e dönüşmüş, nihai aşamada ise “düzenli ordu ve gerilla savaşçılarının bileşimi olarak işlev gören benzersiz bir yeni savaş ekolü” düzeyine gelmişti. Bu sentezde Hizbullah, askeri stratejisi, taktikleri, silahları ve organizasyonunda konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan unsurlar arasında ustaca bir denge sağlamış gibi görünüyor ve bu, değişimin bir direniş grubundan bir direniş ordusuna doğru bir geçiş olduğunu gösteriyor.
Stratejik düzeyde, Hizbullah'ın direnişi İsrail'i uzun süreli bir yıpratma savaşının ardından 2000'de güney Lübnan'dan tek taraflı olarak çekilmeye zorlayan bir klasik gerilla grubundan, İsrail güçlerinin yeniden işgale girişmesini engelleyen bir “yarı konvansiyonel savaş gücü”ne doğru gelişim gösterdi. Nasrallah, Hizbullah'ın standart gerilla stratejisinden radikal çıkışını, iki savaş biçiminin altındaki stratejiler arasındaki ayrımları çizerek anlatıyordu:
"Ülkeyi işgal eden bir düzenli orduyla savaşan ve ona karşı ülke içinde operasyonlar düzenleyen, yani yıpratma amaçlı bir gerilla savaşı sürdüren bir direniş ile, ülkeyi işgal etmek isteyen bir saldırganlığın karşısında duran, onun bunu yapmasını engelleyen ve ona yenilgiyi tattıran bir direniş arasındaki stratejik farka dikkat çekiyorum… direniş ülkeyi özgürleştirir, fakat bir ülkeye yönelik saldırıyı önleyen direniş, yeni bir şeydir."
2000 yılına kadar Hizbullah'ın direniş konsepti, geleneksel kullanımla, yani tek misyonu işgalcileri dışarı çıkarmak olan, yabancı işgalciye karşı halk kurtuluş savaşı çizgisiyle uyumluydu. 2000'de başlayan çekilme sonrası dönemde, Hizbullah toprağı özgürleştirme merkezli askeri doktrinini revize ederek İsrail'i Lübnan'a saldırmaktan caydırmaya çalışan, stratejinin başarısız olması halinde ise ülkeyi İsrail saldırısından savunacak bir doktrini benimsedi. Bunun sonucunda direniş tanımı genişleyerek bir saldırıya karşı koymayı, bir başka deyişle işgal tehdidine karşı direnmeyi de içine aldı. Hizbullah, direniş konseptini bu şekilde yeniden inşa ederek kendi kendisine, geleneksel olarak devlet ordularının taşıdığı, Lübnan topraklarını saldırıdan savunma misyonunu verdi.
Teknolojik ordu
Hizbullah'ın yeniden tanımlanan askeri stratejisinin arkasındaki mantık, İsrail'in “Haziran 2000'deki yenilgisinin ve yaşadığı aşağılanmanın intikamını” alacağı idi. Özgürleşme gerçekleştikten sonra İmad Muğniye hemen gelecek savaş için hazırlıklar yapmaya, “gece gündüz” çalışmaya başladı. İsrail yetkililerinin raporları bu iddiaları doğruluyor ve direnişin muhtemelen 2000 yılından başlayarak 2006 savaşından çok önce savunma hazırlıkları yaptığını gösteriyor (bkz: Andrew Exum, "Hizbullah Savaşta: Bir Askeri Değerlendirme" [Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü, Policy Focus 63, Aralık 2006]). Yüksek rütbeli bir İsrail subayının gözlemlediği gibi: "Karşımızda uzun zamandır bir savaş için hazırlanan bir düşman bulduk. Gazze ve Batı Şeria'da karşılaştığımızın aksine çok azimli, iyi donanmış, yetenekli ve koordine olmuş bir düşmandı.” Hizbullah'ın hazırlıkları karşısında eşit derecede şaşkınlık yaşayan UNIFIL gözlemcileri, bir subayın ifade ettiği gibi bunun altındaki yapıdan bihaber görünüyordu: “Hiçbir zaman onların herhangi bir şey inşa ettiğini görmedik. Çimentoyu kaşıklarla getirmiş olmalılar.”
Böyle ileri bir planlama ve hazırlık konvansiyonel ordular için sıra dışı değilse de, Hizbullah'ın “titizlikle hazırlanmış savunma çalışmaları”, bir gerilla grubunun bir saldırı hazırlama ve öngörülen karşı saldırının etkisini azaltma hazırlığından ziyade, bir düzenli ordunun bir işgali püskürtme hazırlıklarına daha fazla benziyordu. Direnişin yeraltı sığınakları, iyi kamufle edilmiş ve gizlenmiş rampa alanları (bunlar İsrailler tarafından “doğal alan” diye adlandırılıyordu), güçlendirilmiş ateşleme mevzileri ve korunabilir iletişim sistemlerinden oluşan karmaşık şekilde tasarlanmış ağı, sürdürülebilir savunma kampanyası amacıyla inşa edilmiş gerçek bir askeri altyapı meydana getirdi.
Hizbullah'ın konvansiyonel olan ve olmayan taktikleri, silahları ve örgütlenmeyi benimsemiş olması bu nedenle, bu kapsayıcı savunma stratejisi çerçevesinde ve çatışmanın asimetrik doğasının dayattığı sınırlar dâhilinde düşünülmelidir. (bkz: Stephen D Biddle & Jeffrey A Friedman, The 2006 Lebanon Campaign and the Future of Warfare: Implications for Army and Defense Policy (“2006 Lübnan Kampanyası ve Savaşın Geleceği: Ordu ve Savunma Politikası hakkında Çıkarımlar”), Stratejik Çalışmalar Enstitüsü, ABD Askeri Akademisi, Eylül 2008). Düşmanı uzun süre yıpratma amacıyla tasarlanan standart gerilla taktiklerinin kullanıldığı önceki kurtuluş stratejisinden farklı olarak, Hizbullah'ın benimsediği konvansiyonel savunma stratejisi, elindeki sınırlı kaynaklar ve kapasiteyle, bir saldırıyı işgale dönüşme fırsatı vermeden püskürtebilecek şekilde hızla gelişmeliydi. Operasyonel terimlerle ifade etmek gerekirse bu, Hizbullah'ın direniş stratejileri doğrultusunda konvansiyonel orduların kullandığı araçları ancak kısmi düzeyde kullanabileceği ve başlangıçta işgal güçlerine karşı yıpratma savaşları için formüle edilen gerilla tarzı, konvansiyonel olmayan yöntemleri de kullanmasının gerekeceği anlamına geliyordu.
Taktik düzeyde, Hizbullah'ın diğer gayrinizami güçlerle birlikte sahip olduğu az görünürlük, stratejik hedeflerini gerçekleştirmesine belli düzeyde yardımcı oldu, zira kışlalar ve tanklar gibi hedefleri ifşa etmediği gibi, arkasında vurulabilecek bir “lojistik ayak izi” de bırakmadı. Direniş kullandığı birleşiktaktiklerle, bir ABD askeri raporunda ayrıntılı olarak belirtildiği gibi “bazı yerlerin kontrolünü ele geçiriyor ve bazılarını bırakıyordu, bazı yerlerde karşı saldırılar düzenlerken başka yerlerden çekilme olanağına sahip olacaktı.”
Direniş bir yandan, kuvvetlerini diğer konvansiyonel olmayan askeri aktörlerle birlikte hareketli savaş taktikleri izleyen küçük hücrelere dağıttı.
Diğer yandan, genelde konvansiyonel ordular için kullanılan taktikleri benimsedi. Gerillaların vur-kaç saldırılarından farklı olarak Hizbullah savaşçıları bir mevzi savaşı da verdi; alanı uzun süre elinde bulundurdu ve toprağı İsrail'in ilerleyen kuvvetlerine bırakmayı reddetti. Dahası, her ne kadar direniş savaşçıları, gayrinizami savaşçıların çoğunun yaptığı gibi sivil halkın arasına karıştıysa da, gerilla gruplarının yaptığı gibi onların arasında kaybolmaktan imtina etti. Klasik konvansiyonel ordular gibi, direniş savaşçıları da kendilerini sivillerden ayırt etmek üzere askeri üniformalar giydi ve sığınaklarda saklandı.
Konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan savaşın birleştirilmesi, Hizbullah'ın kullandığı geniş silah yelpazesinde de kendisini gösteriyordu; birçok gerilla grubunda görülen basit silahlar ile bazı devletlerinkilerle bile rekabet edebilecek gelişkin silah sistemleri bir arada kullanıldı. Fakat Hizbullah'ın savaşa olan benzersiz katkısını ispat eden şey sadece eski ile modern olanın böyle bir araya getirilmesi değil, bundan ziyade bu silahların ilkelliğini avantaja çevirirken daha gelişkin silahları da yaratıcı bir şekilde kullanabilme yeteneğiydi. (bkz: Amal Saad-Ghorayeb, "Hizbollah's Outlook in the Current Conflict" (“Bugünkü Çatışmada Hizbullah'ın Görünümü”) [Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, Policy Outlook 27, Ağustos 2006]).
Hizbullah, kılavuzsuz, kısa menzilli Katyuşa roketlerini günlük olarak fırlatmasıyla kuzey İsrail'i felce uğratmayı başardı; bu füzeler İsrail'in yüksek teknolojili füze savunma kalkanlarını aştı ve grubun taktik olarak değersiz bu silahlardan büyük stratejik değer çıkarmasını sağladı. Hareket ayrıca eskiden menzilinin dışında olan başka İsrail kasabalarına ve şehirlerine konvansiyonel, orta menzilli roketler de fırlattı ve İsrail'in Beyrut'a saldırması halinde Tel Aviv'i vuracağı tehditlerine dayanak oluşturdu.
Hizbullah'ın radar kılavuzlu bir gemisavar seyir füzesiyle, muhtemelen Çin C-802'lerinin İranlı bir versiyonuyla bir İsrail savaş gemisini vurması daha da sofistike bir olaydı. Füzelerin melezleştirilmesine paralel olarak direniş, hem AT-3 Sagger, AT-4 Spigot ve AT-5 Spandrel gibi Rus yapımı kablo güdümlü tanksavar füzelerini, hem de AT-14 Kornet, AT-13 Metis-M ve RPG 29 gibi daha gelişmiş füzeler kullandı. Gerçekte direniş, bu tanksavar cephanelerle tankları, personeli ve İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından kullanılan evleri, sığınakları ve araçları vurarak İsrail tarafında büyük miktarda kayba neden oldu. Tüm bunlar, Hizbullah'ın savaştaki becerikliliğini ortaya koydu.
Elektronik savaş alanında da Hizbullah, Nasrallah'ın ifadesiyle “basitlikle”, İsrail'in teknolojik üstünlüğünü nötralize etti. İletişim ağı için daha gelişkin kablosuz sinyaller yerine fiber optik kara hatları kullanan Hizbullah, bu sistemi İsrail'in elektronik parazit girişimlerinden korudu. Hareket bu şekilde, İsrail'in yere göğe sığdırılamayan elektronik savaş sistemini altetmeyi ve tüm savaş süresince kumanda ve kontrol sistemini korumayı başardı.
Hizbullah eş zamanlı olarak, kendi gelişkin istihbarat toplama kabiliyetleriyle, İsrail'in elektronik savaş cihazlarına sızmayı başardı. 2004 gibi erken bir tarihte İsrail hava sahasında uçan Mirsad-1 keşif uçaklarının yanı sıra hareket, aralarında İsrailli ihtiyat kuvvetlerle aileleri arasındaki İbranice telefon konuşmalarını takip etmek üzere kullanılan elektronik gizli dinleme donanımlarının da olduğu başka takip teknolojisi unsurlarını da elde etti. Dahası, Hizbullah başka cihazları ve teknikleri kullanarak İsrail radyo iletişimini bozdu ve deşifre etti ve böylelikle İsrail tanklarının hareketlerini izleyebildi ve ölüm raporları ile tedarik hatlarını takip edebildi.
Bu gelişmelerin İsrail üzerinde oluşturduğu baskı, gelen füzeleri izlemek için radar kullanan sistemini (TAPS) kullanmaya başlamanın planlanmasında kendisini gösteriyor; Ağustos 2009'da, 2006 yılında çok sayıda hasar verici darbe alan son nesil Merkava IV tanklarına yerleştirilmeye başlandı.
Direniş üniversitesi
Organizasyon anlamında Hizbullah'ın direnişi, bir gayrinizami gücün pek çok özelliğiyle karakterize oldu. Topluluk merkezli bir hareket olarak Hizbullah'ın savaşçı güçleri, ihtiyat kuvvet işlevi gören öngörülebilir sayıdaki köylüye ilave olarak 1000 kadar profesyonel savaşçıdan müteşekkil bir çekirdekten oluşuyor. Ademi merkeziyetçi tarzdaki kumanda ve kontrol yapısıyla iç içe geçmiş nüfuz edilemez örgütsel gizlilik, gerilla gruplarında tipiktir. Ancak bu karakteristik özellikler, konvansiyonel silahlı kuvvetlerde görülen sıkı disiplin ve savaşçılar arasındaki güçlü koordinasyonla dengeleniyor.
Dahası, Nasrallah'ın kara harekâtına girişmeleri halinde İsrail güçlerinin üzerine “on binlerce eğitimli ve teçhizatlı” savaşçı salma tehdidi, Hizbullah'ın ihtiyat kuvvetlerini profesyonel bir savaşçı güce dönüştürebileceğini ima ediyor. Hizbullah'ın 2006 savaşından aylar sonra “kapsamlı istihdam ve eğitim kampanyası” başlattığına dair raporlar, bu tür çıkarımları belli düzeyde doğruluyor.
Fakat savaş modelinin kanıtlanan başarısına rağmen Hizbullah, savaş performansını yeniden değerlendirdi ve gelecek savaş için İsrail'in güçsüzlüğü temelinde İsrail'in operasyon planlarını öngörmeye çalıştı. Hareketin gelecek stratejisi ve taktikleri bu nedenle, Nasrallah'ın ifade ettiği haliyle bu hesaplara bağlı olacaktı: “Biz Temmuz savaşı deneyiminden de bir şeyler öğrendik ve gerekli değerlendirmeleri yaparak, hem kendi tarafımızda hem de düşmanın tarafında güçlü ve zayıf yanları belirledik ve bu temelde hareket ettik.”
Hizbullah'ı bölgede daha önce İsrail'le çatışmaya girmiş diğer güçlerden ayıran tam olarak, düşmanını titizlikle inceleme yönündeki bu süregiden çabadır. Hizbullah, oryantalistlerin “Arap aklını” incelemelerini hatırlatan bir tarzla, baş düşmanını alt etmenin bir aracı olarak İsrail'in yalnızca askeri zihniyetine değil, aklına da nüfuz etmeye çabaladı.
Hizbullah'ın direniş modelinin başarısını sağlayan bir diğer faktör, kendi kendisini değerlendirme ve koşullara ve ihtiyaçlara kendini uyarlama sürecidir. Direniş, geçmişte ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamış olursa olsun katı bir askeri stratejiye bağlı kalmak yerine, kesintisiz olarak kendisini değişen siyasi ve askeri çevreye adapte ediyor. Bu yüzden Hizbullah'ın gücü, doktriner olmayan bir askeri doktrini benimsemesinde yatıyor.
Bu, direnişin bir sonraki savaş için askeri stratejisini revize edeceği, saf savunma doktrininden kısmen savunmaya kısmen de karşı saldırıya dayalı, bir başka deyişle temelde savunmaya dayalı kalmakla birlikte güçlü bir saldırı kapasitesi dozu da enjekte edilmiş bir doktrine doğu kayacağı anlamına gelebilir. Dahası, hareketin daha geniş stratejik hedeflere ulaşmak için yeni taktikler hayata geçirmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu ihtimal, Nasrallah'ın İsrail'in Lübnan'a savaş açması halinde “büyük bir sürprizi” olacağı şeklindeki meşhur tehdidiyle de ima edilmişti.
Pek çok gözlemci başlangıçta Nasrallah'ın sürprizinin, direnişin Lübnan hava sahasını ihlal eden İsrail uçaklarına karşı kullanacağı uçaksavar füzelerini edinmesi olduğunu düşünmüştü. Hizbullah'ın halihazırda SA-7'ler sahip olduğu bilinmekle ve 2002'de daha gelişkin SA-18'ler edindiği düşünülmekle birlikte, 2008'de pek çok rapor sofistike SA-8 mobil hava savunma füze sistemleri edindiğini de ortaya çıkarmıştı. Ancak her ne kadar bu haberlerin gerçek olması halinde direniş gelişkin uçaksavar sistemlerini kullanacak olsa da, Nasrallah'ın bugüne kadar açıkça İsrail uçaklarını bu füzelerle düşürme tehdidinde bulunduğu düşünüldüğünde, bunların kullanımında bir sürpriz unsuru bulunmuyor.
Daha akla yatkın bir teori, Nasrallah'ın sürprizden kastının, İsrail'e yönelik arka arkaya gelen tehditlerde görüldüğü gibi direnişin yeni bir askeri strateji ve yeni taktikler benimsediği yönünde: "Düşmanımızın ordusu, savaş alanında cesur, çetin ve adanmış direniş savaşçılarının görülmemiş bir savaş metodu kullandığını görecek; bu, onların gasıp topluluklarının kurulmasından bu yana hiç görmedikleri bir şey.” Nasrallah, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin Kuzey Komutanlığı şefi Gadi Eizenkot tarafından ifade edilen sözde “Dahiye doktrini”ne yanıt olarak, eski “Tel Aviv'e karşı Beyrut” denklemini “Tel Aviv'e karşı Dahiye” şeklinde yeniden formüle ederek meydan okumayı güçlendirdi.
Nasrallah tarafından öngörülen taktikler, direniş savaşçılarının saygın gazeteci Nicholas Blanford'a bir röportajda söylediği gibi, İsrail toprağına saldırıları da içerebilir: "Güney Lübnan'daki bir yerel komutan, Hizbullah'ın 2006'da bir savunma savaşı verdiğini söyledi. ‘Bir sonraki sefere, hücumda olacağız ve bu bambaşka türde bir savaş olacak' dedi. Cevad [bir yerel savaşçı] bir sonraki savaşın ‘Lübnan'dan fazla İsrail içinde gerçekleşeceğini' söylüyor; bu, Hizbullah'ın kuzey İsrail'e komando saldırıları planladığını varsayan çok sayıda savaşçının yorumundan birisi."
Her ne kadar bu vurgular psikolojik savaş olarak da değerlendirilebilirse de, İsrail savunma teşkilatı direniş komandolarının kuzey sınırındaki bölgelere sızarak İsraillileri öldüreceği bir senaryoya hazırlanıyor.
Son savaş
Kullanılan taktiklerden bağımsız olarak, Hizbullah, Nasrallah'ın İsrail'e karşı tayin edici bir darbe indirme “sözüne” bağlı kaldığını göstermelidir. Hizbullah liderinin 2007'de naklettiği üzere, İsrail için sakladığı sürpriz, “savaşın akışını ve bölgenin kaderini değiştirme” ve “tarihsel ve tayin edici bir zafer gerçekleştirme” potansiyeline sahip. Nasrallah bir yıl sonra “bir sonraki zaferimiz kesin, tayin edici ve apaçık olacaktır” diye tekrar etmişti, zira Hizbullah, Ehud Barak'ın Lübnan'a yerleştirme tehdidinde bulunduğu beş tümeni “ezecekti”. Bir sonraki savaşın beklenen sonucu, İsrail'in öngörülen yenilgisinin sonucu olarak Nasrallah'ın “gasıp topluluğun” olası “yıkılmasını” öngörmesiyle daha fazla vurgulandı.
Bu noktada Nasrallah'ın savaş sonrası söylemiyle Hizbullah'ın Temmuz-Ağustos savaşı sonrasında ilan edilen hedeflerini karşılaştırmak faydalıdır. 2006'de hareket, Lübnan'ı İsrail saldırısından korumak ve düşmanın toprakları işgal etmesini engellemek dışında herhangi bir askeri hedef gütmedi. Böyle olduğundan, Hizbullah öz savunma gerçekleştirerek zaferini – en azından özel olarak bu savaşı kazanmasından kaynaklı taktik anlamda – ilan edebildi ve hükümetinin ilan edilmiş amaçlarından bir tanesine bile ulaşamadan geri çekilmek zorunda kalan düşmanını zaferden yoksun kıldı.
Fakat hareket şimdiden çatışmanın bir sonraki raundu için kendisi bakımından stratejik çıtayı çok yükseğe koydu. Derin bölgesel içerimleri olacak şekilde yeni hedefini “tayin edici zafer” olarak tanımlayan Hizbullah, İsrail'le bir sonraki savaşında stratejik bir kazanım elde ettiğini göstermelidir. Böyle bir savaş, kesin olarak, iki düşman arasındaki “açık savaş” durumunu sona erdirmeli ve daha önemlisi İsrail'in bölge için teşkil ettiği kalıcı tehdidi nötralize etmelidir. Bu doğrultuda, İsrail'le gelecekteki bir savaş, Hizbullah için son savaş olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder