Bayrut- Hizbullah'ın Televizyonu El-Menara göre Suriye'nin Başkenti Şam semalarında 1 İsrail savaş jetinin düşürüldüğü bildirildi.
Şimdiye kadar Suriye ve İsrail makamlarından resmi bir açıklama gelmedi. Haberler geldikçe bildireceğiz.
Suriye'deki gelişmeler ile ilgili geniş araştırma ve analizler için tıklayınız.
5 Mayıs 2013 Pazar
3 Mayıs 2013 Cuma
Hagel: ABD, Suriyeli Militanları Silahlandırma Üzerinde Düşünüyor
ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Beyaz Saray’ın Suriye hükümetiyle savaşan yabancı destekli militanlara ölümcül silahlar sağlamayı değerlendirdiğini söyledi.
Hagel: ABD, Suriyeli militanları silahlandırma üzerinde düşünüyor
ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Beyaz Saray'ın Suriye hükümetiyle savaşan yabancı destekli militanlara ölümcül silahlar sağlamayı değerlendirdiğini söyledi.
Hagel bu ifadeleri, Salı günü İngiliz Savunma Bakanı Philip Hammond'la birlikte düzenlediği ortak bir basın toplantısı sırasında kullandı.
"İsyancıları silahlandırmak – bu bir seçenektir" diyen Hagel, “bir dizi seçeneğin” hâlâ masada olduğunu ekledi.
"Bunlar, partnerlerimizle birlikte, uluslararası topluluğumuzla birlikte düşünülmesi gereken seçeneklerdir: mümkün olan nedir, hedefler(imiz)e ulaşmaya ne yardımcı olabilir diye düşünmeliyiz” dedi.
İngiliz hükümetinin Suriye'deki militanlara doğrudan silah tedariki yapmadığını söyleyen Hammond, İngiltere'nin gelecekte bunu yapma olasılığını göz ardı etmediğini teyit etti.
İngiliz savunma bakanı ayrıca, ABD'nin militanlara silah sağlama kararının, Washington'un Suriye krizi üzerindeki yenilenmiş liderliğini gösteren bir işaret olduğunu söyledi.
Hammond, "Oraya giden çok miktarda silah var, eğer ABD silah sağlamaya başladıysa bu, liderlik ve yön vermenin bir işareti olacaktır” dedi.
"Suudiler, Katarlılar ve diğerleri Suriye'ye silah gönderiyor, ama bu ülkelerden hiçbirisi ABD'nin verebileceği liderlik anlayışını veremez” diye ekledi.
"Bunlar, partnerlerimizle birlikte, uluslararası topluluğumuzla birlikte düşünülmesi gereken seçeneklerdir: mümkün olan nedir, hedefler(imiz)e ulaşmaya ne yardımcı olabilir diye düşünmeliyiz” dedi.
İngiliz hükümetinin Suriye'deki militanlara doğrudan silah tedariki yapmadığını söyleyen Hammond, İngiltere'nin gelecekte bunu yapma olasılığını göz ardı etmediğini teyit etti.
İngiliz savunma bakanı ayrıca, ABD'nin militanlara silah sağlama kararının, Washington'un Suriye krizi üzerindeki yenilenmiş liderliğini gösteren bir işaret olduğunu söyledi.
Hammond, "Oraya giden çok miktarda silah var, eğer ABD silah sağlamaya başladıysa bu, liderlik ve yön vermenin bir işareti olacaktır” dedi.
"Suudiler, Katarlılar ve diğerleri Suriye'ye silah gönderiyor, ama bu ülkelerden hiçbirisi ABD'nin verebileceği liderlik anlayışını veremez” diye ekledi.
ABD ve müttefikleri son haftalarda Suriye'ye askeri müdahaleye doğru yöneliyorlar.
28 Nisan'da ABD'nin Cumhuriyetçi Parti üyesi meclis üyeleri, Başkan Barack Obama'ya Suriye'deki krizi “çözmek” için Arap ülkesine askeri müdahale gerçekleştirme çağrısı yaptı.
Meclis üyeleri, Obama'ya Suriye'de daha fazla eyleme geçmesi için basınç yaptı ve müdahale olmaksızın tüm bölgenin sene sonu itibariyle “kaosa düşeceğini” söyledi.
Senatör Lindsey Graham (Cum.- Güney Carolina), Washington'un Suriye'nin hava üslerini seyir füzeleriyle bombalayabileceğini söyledi, ancak asker göndermeye karşı ikazda bulundu.
Senatör John McCain (Cum.- Arizona) de Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye, ülkenin kimyasal silahlarını emniyet altına alacak bir uluslararası gücün parçası olarak gitmesi gerektiğini söyledi. Ancak ABD askerlerinin ülkeye gönderilmesine karşı olduğunu belirtti.
Senatörlerin yorumları, ABD ve müttefiklerinin, Suriye hükümetinin yabancı destekli militanlara karşı savaşında kimyasal silah kullanmış olabileceğine dair kanıt olduğunu söylemelerinin arkasından geldi.
Şam, utanmazca bir yalan olarak tanımladığı suçlamaları reddetti ve ülkedeki ayaklanmayı sonlandırmak için kimyasal silah kullanmayacağını bir kez daha yineledi.
Beyaz Saray daha önce Suriye'de her tür kimyasal silah kullanımını, olası bir askeri eyleme yol açabilecek bir “kırmızı çizgi” olarak tanımlamıştı.
Çarşamba günü Suriye'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Beşar el Caferi, ülkedeki yabancı destekli militanların İdlib yakınlarındaki bir kasabaya saldırı sırasında sivillere karşı kimyasal malzeme kullandığını söyledi.
Suriye, Mart 2011 tarihinden beri ölümcül bir ayaklanma yaşıyor ve aralarında çok sayıda güvenlik gücü ve ordu personelinin de olduğu pek çok kişi şiddet olaylarında hayatını kaybetti.
Şam, kaosun ülke dışından organize edildiğini söylüyor ve çok sayıda militanın yabancı ülke vatandaşı olduğuna dair raporlar bulunuyor.
Robert Fisk Suriye’den Bildiriyor: Esad için Değil, Suriye için Savaşıyorlar
Ünlü gazeteci Robert Fisk'in Independent'de yayınlanan ve Suriye'deki çatışmalardaki gözlemlerini aktardığı yazısının çevirisi...
Esad için değil, Suriye için savaşıyor olabilirler, kazanıyor da olabilirler:
Robert Fisk Suriye'nin içinden bildiriyor
Robert Fisk
Independent
İsyancıların arasında olduğu gibi Suriye rejimi içinde de ölüm kol geziyor. Fakat savaşın ön cephesinde, rejimin ordusunda teslim olma hali yok – ve kimyasal silahlara ihtiyaçlarının olmadığını iddia ediyorlar.
Bulutlar, Suriye ordusunun cephe hattı olan dağın tepesinde ağır bir şekilde aşağı inmiş.
Yağmur az önce karın yerini almış, yoğun şekilde korunan bu kaleyi çamur bataklığına ve pis ve durgun bir göle çeviriyor. Askerler burada rüzgar yüzlerine çarparken gözcülük görevlerini yapıyorlar; eskimiş T-55 tankları – 1950'lerin eski Varşova Paktı'na ait savaş atları – yağmurun altında, tekerlekleri çamurun içinde ve şimdi sadece topçu silahları olarak kullanılıyor. Bu kasvetli manzaradaki Suriye Ordusu Özel Kuvvetleri biriminin komutanı Albay Muhammed'e bunların “hurda tanklar” olduğunu söylediğim zaman bana sırıtıyor. Dürüstlükle, “Biz bunları statik savunma için kullanıyoruz. Hareket etmiyorlar” diyor.
Savaştan – veya Başkan Beşar Esad'ın askerlerinin kullanmak zorunda bırakıldığı adlandırmayla “krizden” – önce Cebel el Kavaniye, bir televizyon yayın istasyonuydu. Fakat hükümet karşıtı isyancılar burayı ele geçirdiği zaman kuleleri havaya uçurdular, kendilerine bir serbest atış alanı yaratmak için etrafındaki köknar ağaçları ormanını kestiler ve hükümetin ateşinden korunmak için yere siperler inşa ettiler. Suriye ordusu geçen Ekim ayında Kastel Maaf köyü - burası şimdi Türkiye sınırındaki ve Kasseb'e giden eski yol üzerinde kesik halde duruyor - üzerinden buranın yamaçlarına girdi ve şu anda ön cepheleri olan düzlüğe hücum etti.
Suriye ordusu, haritaları üzerinde, “Kavaniye Dağı”na kendi askeri koordinatlarına göre bir kod isim verdi. Buranın adı “Nokta 45” oldu – Nokta 40 dağın kasveti üzerinde uzanan doğu tarafı – ve birliklerini iki komşu tepenin ağaçlarının altındaki çadırlara yaydılar. T-55'lerden birine tırmanıyorum ve sağanak yağışın arkasında onları görebiliyorum. Vadi boyunca hafif patlamalar meydana geliyor ve ikinci el “popüler” küçük silahların ateşleri duyuluyor. Albay Muhammed, biraz kaygılı bir şekilde, en yakın ormanın halen, sadece 800 metre uzaklıktaki düşmanlarının elinde olduğunu söylüyor.
Beşar Esad'ın askerlerinin arasında oturmak her zaman ürkütücü bir deneyim. Bunlar, dünyanın geri kalanına göre rejimin “kötü çocukları” – ki gerçekte ülkenin gizli polisi bu sıfatı hak ediyor – ve bu adamlara Batılı bir gazetecinin sığınaklarına ve yeraltı merkezlerine geldiğinin söylendiğini çok iyi biliyorum. Benden, ailelerinin öldürülmesi korkusuyla, sadece ön isimlerini kullanmamı istiyorlar; istediğim kadar fotoğraf çekmeme izin veriyorlar ama yüzlerini çekmeme izin vermiyorlar – bazen aynı nedenle isyancılar da gazetecilerden bunu istiyor. Fakat konuştuğum ve aralarında bir tuğgeneralin de bulunduğu askerlerin ve subayların hepsi bana tam isimlerini ve kimliklerini verdiler.
Suriye ordusuna bu şekilde erişmek, sadece birkaç ay önce tahayyül bile edilemeyen bir şeydi ve bunun makul nedenleri var. Suriye ordusu Suriye kırsalının önemli bir bölümünü kontrolünde tutan Özgür Suriye Ordusu ile İslamcı El Nusra savaşçılarından ve çeşitli El Kaide uydularından en azından sahayı geri aldıklarına inanıyor. Nokta 45'ten Türkiye sınırına sadece bir buçuk kilometre uzaktalar ve aradaki sahayı almaya niyetliler. Şam'ın dışında, isyancıların elindeki iki banliyöyü kanlı bir çatışmayla geri kazandılar. Ben dağın tepesindeki konumlarda gezinirken isyancılar, muhalefetten gelen geniş çaplı sivil katliamı suçlamaları arasında Humus dışındaki Kuseyr kasabasını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydılar. Akdeniz sahili üzerinden Şam'dan Lazkiye'ye giden ana yol ordu tarafından yeniden açıldı. Ve Nokta 45'te karşılaştığım ileri hat birlikleri, Lübnan'da 29 yıl devam eden yarı işgalden sonra yozlaşmış, Suriye'ye 2005'te yürütülecek bir savaş olmadan dönmüş askerlerden farklı bir türdendi. O zaman Şam civarındaki askerlerin disiplini, birilerine tehditten ziyade bir şaka gibiydi. Beşar'ın Özel Kuvvetleri şimdi kendine güvenen, merhametsiz, siyasi bakımdan motive olmuş, düşmanlarına tehdit oluşturan askerler gibi görünüyor; üniformaları şık, silahları temiz. Suriyeliler uzun süredir İsrail'den gelen – kaçınılmaz olarak Washington yankı makinası tarafından izlenen – Beşar'ın kuvvetleri tarafından kimyasal silah kullanıldığı iddialarıyla karşı karşıya. Şam'daki bir istihbarat subayının yakıcı bir şekilde vurguladığı gibi: “Mig uçaklarımız ve onların attığı bombalar sonsuz derecede fazla yıkım yaratırken neden kimyasal silah kullanalım ki?” Nokta 45'teki askerler, Özgür Suriye Ordusu'na geçenler olduğunu, ayrıca kendi adamlarından devasa kayıplar – kaçınılmaz olarak “şehit” olarak anılıyorlar – olduğunu kabul etti ve bizzat kendilerinin hem kazanılmış hem de kaybedilmiş çatışmalara girdiğini ifade etti.
Nokta 45'teki son “şehit”leri, iki hafta önce isyancıların sniper'ıyla vurulan, Humus'tan, 22 yaşındaki Özel Kuvvetler eri Kemal Abud oldu. O, en azından bir asker olarak öldü. Albay Muhammed, aile iznine giden ve düşman toprağına girdiklerinde bıçakla idam edildiklerini söylediği askerlerden kederli bir şekilde bahsetti. Kendime, BM'nin bu orduya karşı savaş suçu ithamında bulunduğunu hatırlatıyorum ve Albay Muhammed'e – ki kollarında, askerlerini yeraltı sığınağından değil, cepheden yönettiğini gösteren dört kurşun yarası var – askerlerinin kesinlikle, Golan Tepeleri'ni İsrail'den özgürleştirdiklerine inandıklarını hatırlatıyorum. Soruyorum: İsrail kuzeyde, ama o kuzeye, Türkiye'ye doğru savaşıyor. Neden?
“Evet biliyorum, ama biz İsrail'le savaşıyoruz. Ben orduya İsrail'le savaşmak üzere katıldım. Ve şimdi İsrail'in kuklalarına karşı savaşıyorum. Aynı zamanda da Suudi Arabistan ve Katar'ın kuklalarına karşı. Böylelikle Golan için savaşmış oluyoruz. Bu bir komplo ve Batı, Suriye'ye gelen yabancı teröristlere, kendilerinin Mali'de öldürmeye çalıştığı teröristlere yardım ediyor.” Elbette bunu daha önce de duymuştum. “Muamarer”, yani komplo, Suriye'de yaptığım bütün görüşmelerde söyleniyor. Fakat albay, her sabah Nokta 45'ten top ateşi açan iki Suriyeli T-55'in – kendi tanklarıyla aynı model savaş araçları – ikiz olduğunu, düşmanlarının cephanelerini hükümet ordusundan aldıklarını ve muarızlarının arasında Beşar Esad'ın ordusundan kişilerin de olduğunu kabul ediyor.
Kastel Maaf'a giden yolda, bir general bana ordunun Türkiye sınırına giden otoyol üzerinde 10 Suudi, iki Mısırlı ve bir Tunusluyu öldürdüğünü söyledi. Bana bunu kanıtlayacak hiçbir belge gösterilmedi, fakat Nokta 45'teki askerler benim için düşmanlarından ele geçirdikleri üç el radyosunu gösterdi. Bunlardan biri “HXT Commercial Terminal” markalı, diğer ikisi Hongda yapımı ve kullanım talimatları Türkçe. Onlara, isyancıların haberleşmelerini dinleyip dinlemediklerini soruyorum. Bir binbaşı, “evet, ama anlamıyoruz” diyor. “Onlar Türkçe konuşuyor ve biz Türkçe anlamıyoruz.” O halde bu kişiler Türk mü yoksa doğu köylerinde yaşayan Türkmen Suriyeliler mi? Askerler omuzlarını silkiyor. Libya ve Yemen lehçesiyle konuşulan Arapça sesler de duyduklarını söylüyorlar. Şimdi NATO ileri gelenlerinin Suriye'deki “yabancı cihadçılarından” endişeli olması nedeniyle, bu Suriyeli askerlerin gayet gerçek şeyler söylüyor olabileceğini düşünüyorum.
Bu güzel kuzey taşrasının patikaları, savaşın çirkinliğini örtüyor. Kırmızı ve beyaz gül yığınları, terk edilmiş evlerin duvarlarının üstünü kaplıyor. Az sayıda adam etrafımızda parlayan portakal bahçeleriyle ilgileniyor, bir kadın çatıda uzun saçlarını tarıyor. Balloran gölü, hâlâ tepesi kar tozlarıyla kaplı dağların arasından gelen bahar güneşiyle parlıyor. Bana, iç soğutucu bir şekilde Bosna'yı hatırlatıyor. Birkaç mil boyunca uzanan köyler hâlâ işgal altında. 10 ailenin yaşadığı, Meryem Ana'nın Selma isimli bir kadına görünmesine adanmış bir kilisesi olan bir Rum Ortodoks köyü, bir Müslüman Alevi köyü, ardından bir Müslüman Sünni köyü cephe hatlarına çok yakın ama hâlâ bir arada yaşıyor; her iki tarafın da vaad ettiği – ancak giderek inanılırlığı azalan – eski seküler, mezhepçi olmayan Suriye hayaleti, savaş bittikten sonra geri dönecek.
Arkasından geldiğim Beyt Faris denilen ezilmiş bir köyde, yüzlerce Suriyeli askerin etraftaki ormanlarda devriye gezdiği görülebiliyor ve bir başka general cebini karıştırarak çıkardığı orduya ait cep telefonunda ölü savaşçıların videosunu gösteriyor. “Bunların hepsi yabancı” diyor. Kamera, kimisi korkudan buruşmuş, kimisi ölümün rüyasız uykusuna dalmış sakallı yüzlere odaklanırken, yakından izliyorum. Bir araya yığılmışlar. Ve en fenası, ölü adamların kafasına iki kere basan bir asker postalı görüyorum. Sığınağın duvarına birileri şunu yazmış: “Biz Esad'ın askerleriyiz – Cebel el Esved ve Beyt Şruk'un silahlı gruplarından köpekler, cehenneme gidin.”
Bunlar, hâlâ isyancıların elinde olan küçük köyler – Nokta 45'ten bu köylerin evlerinin çatılarını görebiliyorsunuz – ve Albay Muhammed, 1993-1995 yılları arasındaki Lübnan savaşına katılmış olan 45 yaşındaki gazi, diğerlerini sayıyor: Hadra, Cebel Savda, Zahiye, el-Kebir, Rabia… Kaderleri onları bekliyor. Askerlere çatışmalarda kaç kişiyi esir aldıklarını sorduğumda, yüksek sesle “hiç” diyorlar. Şaşırıyor ve bir çatışmada 700 “teröristi” öldürdüklerini iddia ettikleri zaman bile böyle mi diye tekrar soruyorum. Yine “hiç” cevabını tekrarlıyorlar.
Kurşunların delik deşik ettiği bir okul binasının karşısında, toz haline gelmiş bir ev var. Albay, “Yerel bir terörist lideri burada bütün adamlarıyla birlikte öldü. Teslim olmadılar” diye ifade ediyor.
Şansları var mıydı diye şüphe ediyorum. Fakat Beyt Faris'te bu yılın başlarında bazı isyancılar, yerel liderleri olan bir Suriyeli bir işadamıyla birlikte kaçmayı başardı – Lazkiye'den General Vasif de böyle söylüyor. Ağır ağır, adamın bu terk edilmiş Türkmen köyünün tepelerindeki yıkılmış villasına doğru gidiyoruz. Generalin söylediğine göre köyün sakinleri şimdi Türkiye'deki mülteci kamplarındaymış. İşadamının zengin olduğu anlaşılıyor. Villa, sulanmış limon ve fıstık bahçeleri ve incir ağaçlarıyla çevrili. Bir basketbol sahası, boş bir yüzme havuzu, çocukların salıncakları, kırık bir mermer çeşme – içinde hâlâ Türk etiketli dolgun asma yaprağı konserveleri var – ve mermer duvarlı oturma odaları ve mutfaklar ile, ön kapının üstünde, Arapça “Allah bu evi korusun” yazılı hoş bir tabela bulunuyor.
Artık orada bulunmayan işadamının bahçesinden birkaç incir koparıyorum. Askerler de aynısını yapıyor. Ama tatları keskin ve fazla ekşi, askerler de tükürüyorlar ve yol tarafında sarkan portakalları tercih ediyorlar. General Favaz bir meslektaşıyla konuşuyor ve patlamış bir roketi incelenmek üzere kaldırıyor. Roket yerel olarak elle üretilmiş, profesyonel olarak kaynak yapılmamış – ama Filistinli Hamas hareketinin Gazze Şeridi'nden İsrail'e fırlattığı Kassam füzelerinin aynısı. General Favaz, “Filistin'den birileri, teröristlere bunun nasıl yapılacağını anlatmış” diyor. Albay Muhammed sessizce, köye hücum ettiklerinde Türk askeri plakaları olan arabalar ve kamyonlar bulduklarını, fakat herhangi bir Türk askeri görmediklerini söylüyor.
Burada Türkiye ile garip bir ilişki var. Recep Tayyip Erdoğan Esad'ı kınayabilir, ama bir buçuk mil uzaklıktaki en yakın Türk sınır istasyonu hâlâ açık. Burası, Türkiye'yle hükümet kontrolündeki Suriye toprağını hâlâ birbirine bağlayan tek sınır noktası. Subaylardan biri, “beni düşmanlarıma bağlasın” diyerek kendi saçından ince bir parçayı tutan Emevi Halifesi Muaviye'nin eski hikâyesine anıştırma yapıyor. Subay, “Türkler bizimle bu tek sınırı açık tuttular, yani Muaviye'nin saçını kesmediler” diyor. Bunu söylerken gülmüyor ve ne dediğini anlıyorum. Türkler hâlâ Esad rejimiyle fiziksel bir bağlantıyı sürdürmek istiyorlar. Erdoğan, Beşar Esad'ın kaybedeceğinden emin olmamalı.
Pek çok asker yaralarını gösteriyor; onlar için madalyalardan veya rütbe nişanlarından daha değerli olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında, cephe hatlarından altın rütbe işaretlerini hâlihazırda kaldırmışlar – Amiral Nelson'un aksine, sabahın erken saatlerinde isyancıların sniper nişanlarına hedef olmak istemiyorlar. Şafak vakti, öldürme vakti gibi görünüyor. Bir otoyol üzerinde, ikinci bir teğmen bana yaralarını gösteriyor. Sol kulağının altından bir kurşun girmiş. Kafasının diğer tarafında, sağ kulağında yukarıya doğru giden çok kötü bir mor yara izi var. Yakasından vurulmuş ve hayatta kalmış. Şanslıymış.
Gizli bir kara mayınına, Batı'daki söylenişiyle bir IED'ye doğru devriye gezen Özel Kuvvetler'den askerler de öyle. Kastel Maaf'teki genç bir Suriyeli patlayıcı mühimmat subayı bana, yolun altına gömülmüş iki demir kasalı havan gösteriyor. Bir tanesi benim için neredeyse taşınamayacak kadar ağır. Sigortasının üzerindeki etiket Türkçe. Patlayıcılara bağlanmış bir anten, nişan çizgisindeki bir isyancı bombasının infilak edebileceği şekilde elektrik kutbunun üzerinden sarkıyordu. Teknik bir mayın detektörü – ki askerler övünçle “bütün teçhizatımız Rus yapımıdır” diyordu – devriye birimini, askerler üzerine yürümeden önce patlayıcılardan ötürü ikaz etmiş.
Fakat ölüm, Suriye ordusunun üstünde geziyor, tıpkı düşmanlarına musallat olduğu gibi. Lazkiye'deki havaalanı şimdi daimi bir ağlama yeri. Oraya her vardığımda terminalin önünde ağlayıp gözyaşı döken, asker oğulları ile kardeşleri ve kocalarının cenazesini bekleyen aileler görüyorum. Çoğu Hristiyan ama Müslümanlar da var, zira Akdeniz kıyısı Hristiyanlar ile Şii Alevilerin kalbi ve küçük bir Sünni Müslüman azınlık da yaşıyor. Bir Hristiyan kadın, yola yatmaya çalışırken yaşlı bir adam onu engelliyor, gözyaşları yüzünde sel oluyor. Kalkış bölümündeki bir kamyon, çelenklerle dolu.
Askerlerin matemli aileleriyle ilgilenmekle sorumlu bir general bana, havaalanının bu kitlesel yas için fazla küçük olduğunu söylüyor. “Helikopterler bütün Kuzey Suriye'den ölülerimizi buraya getiriyor,” diyor. “Tüm bu ailelere bakmamız ve onlara kalacak yer bulmamız gerekiyor, ama bazen evlere gidip onlara bir oğullarının öldüğünü söylemeye gidiyorum ve onların geri kalan üç oğullarını da şehit verdiklerini öğreniyorum. Bu çok fazla.” Er Ryan'ı unutun. Kontrol kulesinin altında, tek ayağının üstünde topallayarak yürüyen, bir bandajın kısmen yüzünü örttüğü, terminale ilerlerken kolunu bir arkadaşına atmış yaralı bir asker görüyorum.
Bana gösterilen askeri istatistikler, bu berbat savaşta Lazkiye'de 1,900, Tartus'ta 1,500 askerin öldürüldüğünü savunuyor. Fakat insan maliyetini anlamak için Lazkiye'nin üzerindeki tepelerdeki Alevi ve Hristiyan karma köylerinin istatistiklerini de eklemelisiniz. Örneğin Hayalin'de, 2 bin kişinin yaşadığı köy 22 askerini yitirmiş ve 16'sı da kayıp olarak kayıtlara geçmiş. Yani gerçekte 38 ölü var. Çoğu, Haziran 2011'de, Suriye ordusunun bir isyancı pususunda 89 askerini kaybettiği Cisr el Şugur'da yaşamını yitirmiş. Fuad isimli bir köylü, bir komşu köyden gelen bir kişinin hayatta kaldığını söyledi. “Ona, diğer adamlara ne olduğunu sormak için telefon ettim” dedi ve şöyle devam etti: “O bana cevaben ‘bilmiyorum çünkü gözlerimi çıkardılar' dedi. Birilerinin onu alıp götürdüğünü, idam edileceğini düşündüğünü, fakat kendisini ve ambulansta bulduğunu ve Lazkiye'deki bir hastaneye götürüldüğünü söyledi.” Cisr el Şugur'da ölenlerden birinin cenazesi gelmiş, fakat yakınları, tabutun içinde sadece bacaklarının olduğunu görmüş. Fuad bana “Hayalin'den son şehit sadece iki gün önce öldü. Ali Hasan adından bir askerdi. Yeni evlenmişti. Cesedini bile vermediler” dedi.
Terminalin ilerisindeki apronun üzerinde dönen 24 Suriyeli savaş helikopteri, hükümetin donanımını ortaya koyuyor. Fakat askerler kendi korku ve yılgınlık hikâyelerini anlatıyorlar. İsyancıların hükümet ailelerinin askerlerini tehdit etmesi, uzun süredir var olan bir olgu. Fakat bir er bana, sevimsiz bir şekilde, ağabeyine nasıl da onu orduyu terk etmeye ikna etme emri verildiğini anlattı. “Ben reddettiğim zaman, ağabeyimin bacaklarını kırdılar” dedi. Böyle bir deneyim yaşayan başka birinin olup olmadığını sorduğumda, 18 yaşındaki bir er bana getirildi. Ben onunla konuşurken subaylar odadan çıktı.
O, zeki bir genç adamdı, fakat hikayesi basit ve sıradan bir şekilde anlatıldı. Yaptığı bir propaganda konuşması değildi. “İdlib eyaletinden geldim ve babama gelip, bana orada ihtiyaçları olduğunu söylediler” dedi. “Fakat babam bunu reddetti ve ‘Eğer oğlumu istiyorsanız, gidin ve buraya getirin, ve eğer bunu yaparsanız, onu karşılamak üzere beni burada bulmayacaksınız' dedi. Arkasından babam, ailesinin çoğunu Lübnan'a gönderdi. Babam ve annem hâlâ orada ve hâlâ tehdit ediliyorlar.” Daha sonra subaylara, Suriye ordusundan kaçan herkesin ailesi tehdit edildiği için kaçtığına inanmadığımı, bazı askerlerin rejimle derinden ters düşmüş olması gerektiğini söylüyorum. Katılıyorlar, fakat ordunun güçlü kaldığı konusunda ısrar ediyorlar.
Askeri stratejiyi politikayla karıştıran Albay Muhammed, Suriye'ye yönelik “komplo”yu, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa'nın gizlice, Suriye de dâhil olmak üzere Ortadoğu'yu aralarında paylaşmayı kararlaştırdıkları Sykes-Picot Anlaşması'nın tekrarlanan bir versiyonu olarak görüyor. “Şimdi aynı şeyi istiyorlar” diyor. “İngiltere ve Fransa bizi bölmek için teröristlere silah vermek istiyor, fakat biz, bütün halkımızın bir arada, demokratik bir şekilde, dini kimliklerini önemsemeden ve barış içinde yaşadığı birleşik bir Suriye istiyoruz…” Ve arkasından can alıcı kısım geliyor: “… bizi savunan Dr. Beşar Esad'ın liderliği altında.”
Fakat bu o kadar basit değil. Suriye'nin çoğunda “demokrasi” kelimesi ve Esad'ın da birbirine pek de uyumlu görülmüyor. Ve ben daha çok, resmi adıyla Suriye Arap Ordusu'nun askerlerinin Esad'dan ziyade Suriye için savaştığını düşünüyorum. Ama savaşıyorlar ve belki, şu anda, kazanılamaz bir savaşı kazanıyorlar. Beyt Faris'te, bir kez daha korkuluk duvarına tırmanıyorum ve dağlardan sis yükseliyor. Burası Bosna olabilirdi. Ülke nefes alıyor, gri-yeşil tepeler kadifemsi mavi dağlara doğru gidiyor. Adeta küçük bir cennet. Ama bu cephe hattındaki meyveler acı.
Etiketler:
medysafak,
robert fisk,
suriye analiz,
suriye iç savaşı,
suriye türkiye sınırı,
suriyede son durum,
suriyede son durum nedir,
şamda bombalı saldırı,
Türkiye suriye savaşı
Kapımıza dayanan Savaş
Abdulbari Atwan
El Kuds El Arabi
Kapımıza dayanan Savaş
Amerikan Savunma Bakanı Chuck Hagel, körfez ülkeleri başkentlerini gezerek İran’ın olası bir tehdidine karşılık bu ülkelere savaş uçakları ve yeni gelişmiş füzeler satmaya çalıştığını ifade etti.
Geçtiğimiz günlerde Amerikan istihbarat servisi; Suriye rejiminin halka karşı sınırlı oranda kimyasal silah kullandığı, özellikle Sirin gazı kullandığı şeklindeki bilginin kesin delillerinin ellerinde olduğu ifade edildi.
Hagel’in kimyasal gazla ilgili açıklamalarından birkaç dakika sonra İngiliz Dışişleri Bakanlığı Suriye’de kimyasal silah kullanımıyla ilgili elinde kesin delillerin olduğunu açıklayarak Suriye devlet başkanı Beşşar Esat’a kimyasal silah kullanımıyla ilgili emir vermediğini ispatlamak için uluslar arası kurumlarla işbirliği yapmasını telkin etti.
Yapılan bu iki açıklamanın zamanlama olarak tesadüf olduğunu düşünmemekle beraber bu açıklamalar sıkı bir koordinasyon sonucu yapılmış açıklamalardır. Batının ve Nato’nun Afganistan, Irak ve Libya’yla yaptığı savaşlarda bu iki ülke omurga görevi görmüştü.
Başkan Obama birçok kez; Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanmasının kırmızı çizgi olduğunu ve Amerika’nın cevabının çok sert olacağını ifade etmişti. Şu anda bu kırmızıçizginin aşıldığı, iki ülkenin istihbarat birimleri tarafından kesinleştiği ifade edildi.
Amerikalı bir yetkili bütün senaryoların masada olduğunu söylerken, diğeri kendi yönetiminin müttefikleriyle bu durumun görüşüleceğini ifade etti. Amerikalı parlamento üyeleri kırmızıçizginin fiili olarak aşıldığını söyledi. Bu senaryo Amerikan kamuoyunun savaşa hazır hale gelmesi için itinayla hazırlanmış bir projedir.
Irak’a yapılan savaşta kullanılan safsata şu anda yoğun bir şekilde işleniyor. Yarın uluslar arası ve Arap medyası kullanılarak acil durum ilan edilecek ve Suriye’de kimyasal silah kullanımı sonucunda ölen ve zehirlenen insanların görüntülerinin yer aldığı uzmanlarla röportajlar yapılarak direk veya dolaylı şekilde acil askeri müdahalenin yapılması gerektiği şeklinde açıklamalar yapılacak.
Biz şu anda bölgesel belki de uluslararası bir savaşın eşiğindeyiz ve tam olarak düğmeye basılacak saati bekliyoruz. Bu planlanan savaşı aylar önce Amerikan ve İngiliz askeri ve istihbarat birimleri tarafından bir takım operasyon dairelerinde kararlaştırılmış durumda ve şu anda uygulama zamanını bekliyor.
Washington, yakın zamanda Beyaz Sarayı tavaf için gelen Arap ülkelerin liderlerine şahit oldu. Ebu Dabi Emiri Muhammed bin Zayed’ten başlayarak Suudi Dışişleri Emir Suud El Faysal, Katar Emiri Hamad bin Halife Al Sani ve Ürdün Kralı ikinci Abdullah ve önümüzdeki ayın ortalarına doğru ziyarette bulunacak olan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la son bulacak.
Bu Beyaz saray hacıları, turizm amaçlı veya Arap-İsrail sorununa barışçıl çözüm aramak için gitmiyor. Bu bir savaş organizasyonudur ve bu savaşta herkesin siyasi ve askeri rolleri belirlenerek savaşın masrafları bölüştürülecek.
Suriye sorununun bundan daha fazla uzamasına müsaade edilmeyecek çünkü sorunun uzaması Washington’un müttefiklerinin tedirginliklerinin ve korkularının artmasına sebep olacak. Bu da cihatçı gurupların sahada etkinliğini arttıracak dolayısıyla ılımlı silahlı muhalif gurupların ümitlerinin kırılıp saflarının dağılmasına sebep olmakla beraber kimyasal silahların bu aşırı gurupların eline geçmesi ihtimali İsrail’i de tedirgin edeceği için derhal harekete geçmeyi zorunlu kılacak.
Suriye’deki rejimi devirmek için yapılacak askeri müdahalenin askeri yöntemine dair herhangi bir bilgi yok çünkü bunlar askeri sırlardır. Ancak savaş sürprizlerle doludur ve biz şunu çok iyi biliyoruz ki Batı istihbaratı herhangi bir Arap veya İslam ülkesini işgal edeceği zaman işgal gerekçeleriyle ilgili sürekli yalan söyleyip gerçek olmayan bahaneler öne sürmüştür. Acı olan ise işgal edilen ülke yerle bir olduktan sonra bunun farkına varıyor olmamızdır. Bununla ilgili Irak’taki kardeşlerinize sorabilirsiniz.
Bildik Fransız gazetenin birinde, İsrail savaş uçaklarının, Suriye’deki kimyasal silahların vurulmasıyla ilgili bir karar alınması halinde, Ürdün’ün hava sahasını kullandırılmasıyla ilgili istihbarat raporlarının yazılması tesadüf müdür?
Elimizi vicdanlarımızın üzerine koyalım, Suriye’de rejimin düşme korkusundan dolayı değil çünkü bizler hiçbir zaman rejimle paralel olmadık. Bizler sadece Suriye için endişeleniyoruz. Bölgenin ırki ve mezhep temelli bölünerek bizleri kardeş kavgası bataklığına çekip Irak’taki duruma benzer kanlı savaşların içinde boğmak istiyorlar.
Suriye enformasyon Bakanının Moskova’dan; Suriye Yönetimi’’ne halkına karşı ne de İsrail’e karşı kimyasal silah kullanmayacak’’ şeklinde ki açıklaması Washington ve Londra’nın senaryosunu boşa çıkarmak ve Suriye’yi vurma gerekçelerini geçersiz kılmaya yönelik bir açıklamadır. Buna rağmen bu ülkelere göre çok gecikmiş bir açıklama olarak nitelenerek olumlu sonuç alınmasının önüne set çekilmiş oldu.
Suriye Devlet Başkanından istenen sabık liderler Saddam Hüseyin ve Kaddafi’den istenenlerle aynı, yani bütün biyolojik ve kimyasal silahları Amerikan-İngiliz ittifakına sunarak yargılanmayı reddetmesi halinde ülkeyi terk etmesi veya bu iki lider gibi ölüme karşı koyması.
Esat bu talepler karşısında diz çökecek mi? Buna ihtimal vermiyoruz. Dolayısıyla yöntem ve sonuçlar açısından daha önceki üç savaştan çok farklı olacak savaşa hazır olalım. Bu savaşın kurbanları Arap ve Müslümanlar olarak biz olacağız.
Abdulbari Atwan'a ait makale NEHİR HABER için tercüme edilmiştir.
Akçakalede sıcak gelişmeler: Halk Suriyeli Mülteci Kamplarına Saldırıyor
Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde dün çıkan olaylar sonucu bir polisin ölmesini bahane
eden bir grup, çoğu kadın ve çocuk 35 bin Suriyeli göçmenin kaldığı
çadır kenti basmak istedi.
Akçakale
ilçesinde dün sınırı geçip Türkiye girmek istenen Suriyeli grubun polis
ve asker tarafından engellenmesi üzerine çatışma yaşanmıştı. Ağır
yaralanan bir polis hayatını kaybetti.
Çatışmanın
ardından Türk bayraklarıyla yürüyüş yapan grup akşam saatlerinde ilçe
merkezinde toplanarak, 4 kilometre uzaklıkta bulunan ve 35 bin Suriyeli
göçmenin kaldığı Süleymanşah Konaklama Tesisi'ne doğru yürüyüşe geçti.
Polis tarafından önü kesilen grup uzun süre direndi.
Akçakale'de sınır kapısında dün meydana gelen ölümlü olaylardan sonra bir grup, Suriyelilerin bulunduğu kampları basmak istedi |
NATO’nun stratejik koridoru: Kürdistan
Bugün size Pakistan’dan çarpıcı bir analiz aktaracağım. Analizin sahibi Pakistanlı emekli bir asker olan Agha Amin.
Düşünce kuruluşu ORBAT ve Alexandrian Defence Group’un üyesi olan Amin, halen güvenlik yönetim danışmanı olarak çalışıyor. Başta “Pakistan Ordu Tarihi” ve “Afganistan’da Taliban’ın Savaşı” olmak üzere pek çok kitabın da yazarı…
Agha Amin, NCNBC International’dan Christof Lehmann ile 30 Ocak 2013’te oldukça kapsamlı bir söyleşi yapmış. Amin’in bu söyleşideki vurgularını madde madde dikkatinize getireceğiz:
TÜRKİYE’DEN HİNDİSTAN’A KORİDOR
1. Agha Amin bölgedeki gelişmelerin ana nedenini ABD’nin Rusya ile kıta Avrupası’nın enerji entegrasyonunu engellemek istemesine bağlıyor: “İran’ın siyasi gücü ele geçirmesinde en önemli faktör, Rusya ile birlikte, Avrupa Birliği’nde önümüzdeki 100-120 yıl içinde tüketilecek doğal gazın yüzde 40’ını sağlaması yatıyor. ABD ve İngiltere’nin amacı, kıta Avrupası ve Rusya’nın ulusal ekonomisi ile enerji sektörünün entegrasyonunu sabote etmek. Atılan adımlar bu amaçladır.”
2. Amin, ABD’nin bu hedefi gerçekleştirmek için bir NATO koridoru planladığını belirtiyor: “Türkiye’den Hindistan’a NATO koridoru açılması planlandı. Koridorun bir bölümünde kurulacak Kürdistan, Rus Güney Akım gaz boru hattının güvenlik dinamiğinde önemli değişikliğe yol açacak. Suriye’de yaşananların sebeplerinden biri de bu.”
ABD’NİN STRATEJİK HEDEFİ: TÜRKİYE’NİN BÖLÜNMESİ
3. Agha Amin’e göre ABD’nin stratejik planının hayata geçirilmesi için atılacak ilk adım, ayrı bir Kürt bölgesi yaratılarak Türkiye’nin bölünmesidir. NATO, bu Kürt bölgesi sayesinde Kafkasya’ya doğrudan erişim sağlayabilecek. Bu durum, Kafkas petrollerini kontrol etmek ve Rusya’ya karşı düşük yoğunluklu çatışmalar için Çeçenlere destek olmayı sağlar. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için denize çıkış şart. Bu da, Türkiye’nin güney kıyılarından ya da Suriye’nin kuzey-batı sahillerinden sağlanabilir.
4. Pakistanlı jeopolitik uzmanı Amin’e göre NATO’nun stratejik hedefi; İsrail’in kuzey sınırlarını Hizbullah, güney sınırlarını ise Hamas’a karşı güvenliğe almak; Rusya’nın Doğu Akdeniz’de, Suriye’nın Tartus limanındaki deniz üssünü ortadan kaldırmak.
5. Agha Amin’e göre “İran’dan gelip Irak ve Suriye’den geçerek Doğu Akdeniz’e ulaşacak 10 milyar dolarlık Pars gaz boru hattı projesi” Atlantik için büyük sorundu. Amin, ABD’nin bu projeyi baltaladığını belirtiyor: “Türkiye ile İran arasında doğal gaz alanında işbirliğini geliştirmeyi ve mevcut projeleri hayata geçirmeyi öngören mutabakat zaptı, Tahran’da Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İran Petrol Bakanı Gulam Hüseyin Nozeri tarafından 2008’de imzalanmış, anlaşmadan kısa bir süre sonra Güler görevinden alınmıştı. Wikileaks belgelerinde, ABD’nin, İtalya’nın enerji şirketi Eni’nin İran’ın Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye’ye boru hattı inşası için fizibilite çalışması yapmasına karşı çıktığı ortaya çıkmıştı.”
NATO KURT, TÜRKİYE KUZU
6. Amin’e göre Suriye’de iki tarafın birbirini yenmeden sürekli çarpışması ABD’nin çıkarınadır: “Suriye’de bir askerin ya da bir İslamcı militanın ölmesi, ABD ve NATO’nun çıkarınadır. İslam dünyasında savaş yaratmanın en önemli stratejik hedefi, ABD ve Avrupa’nın, Batı medeniyetinin düşmanlarının birbirini yok etmesiyle daha güvenli hale gelmesidir.”
7. Pakistanlı güvenlik uzmanı Agha Amin, NATO’nun kurtlar sofrası olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Türkiye ise NATO’nun garip kurdudur. NATO’nun kurtları Suriye’yi yedikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Türkiye ve özellikle palyaço İslamcı AKP’ye, Suudi Arabistan’dan yüklü miktarda para aktarılıyor. AKP, Türkiye’nin laikliğini sömürürken, diğer taraftan NATO’nun en gözde menkul malı rolünü oynuyor. ABD liderliğindeki NATO, 1991’den beri kuzuları yiyor. Önce Sırbistan, ardından Kosova, Afganistan, Irak ve Libya yıkıldı. Suriye’nin dönüm noktası olmasını umuyorum.”
ulusalkanal.com.tr
Düşünce kuruluşu ORBAT ve Alexandrian Defence Group’un üyesi olan Amin, halen güvenlik yönetim danışmanı olarak çalışıyor. Başta “Pakistan Ordu Tarihi” ve “Afganistan’da Taliban’ın Savaşı” olmak üzere pek çok kitabın da yazarı…
Agha Amin, NCNBC International’dan Christof Lehmann ile 30 Ocak 2013’te oldukça kapsamlı bir söyleşi yapmış. Amin’in bu söyleşideki vurgularını madde madde dikkatinize getireceğiz:
TÜRKİYE’DEN HİNDİSTAN’A KORİDOR
1. Agha Amin bölgedeki gelişmelerin ana nedenini ABD’nin Rusya ile kıta Avrupası’nın enerji entegrasyonunu engellemek istemesine bağlıyor: “İran’ın siyasi gücü ele geçirmesinde en önemli faktör, Rusya ile birlikte, Avrupa Birliği’nde önümüzdeki 100-120 yıl içinde tüketilecek doğal gazın yüzde 40’ını sağlaması yatıyor. ABD ve İngiltere’nin amacı, kıta Avrupası ve Rusya’nın ulusal ekonomisi ile enerji sektörünün entegrasyonunu sabote etmek. Atılan adımlar bu amaçladır.”
2. Amin, ABD’nin bu hedefi gerçekleştirmek için bir NATO koridoru planladığını belirtiyor: “Türkiye’den Hindistan’a NATO koridoru açılması planlandı. Koridorun bir bölümünde kurulacak Kürdistan, Rus Güney Akım gaz boru hattının güvenlik dinamiğinde önemli değişikliğe yol açacak. Suriye’de yaşananların sebeplerinden biri de bu.”
ABD’NİN STRATEJİK HEDEFİ: TÜRKİYE’NİN BÖLÜNMESİ
3. Agha Amin’e göre ABD’nin stratejik planının hayata geçirilmesi için atılacak ilk adım, ayrı bir Kürt bölgesi yaratılarak Türkiye’nin bölünmesidir. NATO, bu Kürt bölgesi sayesinde Kafkasya’ya doğrudan erişim sağlayabilecek. Bu durum, Kafkas petrollerini kontrol etmek ve Rusya’ya karşı düşük yoğunluklu çatışmalar için Çeçenlere destek olmayı sağlar. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için denize çıkış şart. Bu da, Türkiye’nin güney kıyılarından ya da Suriye’nin kuzey-batı sahillerinden sağlanabilir.
4. Pakistanlı jeopolitik uzmanı Amin’e göre NATO’nun stratejik hedefi; İsrail’in kuzey sınırlarını Hizbullah, güney sınırlarını ise Hamas’a karşı güvenliğe almak; Rusya’nın Doğu Akdeniz’de, Suriye’nın Tartus limanındaki deniz üssünü ortadan kaldırmak.
5. Agha Amin’e göre “İran’dan gelip Irak ve Suriye’den geçerek Doğu Akdeniz’e ulaşacak 10 milyar dolarlık Pars gaz boru hattı projesi” Atlantik için büyük sorundu. Amin, ABD’nin bu projeyi baltaladığını belirtiyor: “Türkiye ile İran arasında doğal gaz alanında işbirliğini geliştirmeyi ve mevcut projeleri hayata geçirmeyi öngören mutabakat zaptı, Tahran’da Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İran Petrol Bakanı Gulam Hüseyin Nozeri tarafından 2008’de imzalanmış, anlaşmadan kısa bir süre sonra Güler görevinden alınmıştı. Wikileaks belgelerinde, ABD’nin, İtalya’nın enerji şirketi Eni’nin İran’ın Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye’ye boru hattı inşası için fizibilite çalışması yapmasına karşı çıktığı ortaya çıkmıştı.”
NATO KURT, TÜRKİYE KUZU
6. Amin’e göre Suriye’de iki tarafın birbirini yenmeden sürekli çarpışması ABD’nin çıkarınadır: “Suriye’de bir askerin ya da bir İslamcı militanın ölmesi, ABD ve NATO’nun çıkarınadır. İslam dünyasında savaş yaratmanın en önemli stratejik hedefi, ABD ve Avrupa’nın, Batı medeniyetinin düşmanlarının birbirini yok etmesiyle daha güvenli hale gelmesidir.”
7. Pakistanlı güvenlik uzmanı Agha Amin, NATO’nun kurtlar sofrası olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Türkiye ise NATO’nun garip kurdudur. NATO’nun kurtları Suriye’yi yedikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Türkiye ve özellikle palyaço İslamcı AKP’ye, Suudi Arabistan’dan yüklü miktarda para aktarılıyor. AKP, Türkiye’nin laikliğini sömürürken, diğer taraftan NATO’nun en gözde menkul malı rolünü oynuyor. ABD liderliğindeki NATO, 1991’den beri kuzuları yiyor. Önce Sırbistan, ardından Kosova, Afganistan, Irak ve Libya yıkıldı. Suriye’nin dönüm noktası olmasını umuyorum.”
ulusalkanal.com.tr
Suriyeli Sünni din adamı: 'Suriyeli kadınlar Türkiye'de satılıyor'
İran'ın başkenti Tahran'da düzenlenen “İslami uyanış ve ulema” adlı toplantıda konuşan Suriyeli Sünni din adamı Zekerya Seraye, Türkiye'ye yönelik sert eleştirilerde bulundu.
Türkiye ve Ürdün'de mülteci olarak bulunan Suriyeli kadınların para karşılığı satıldığını ve tecavüze uğradığını söyleyen din adamı, dünya kamuoyunun bu olaylara göz yumduğunu kaydetti.
Suriye'de yönetime karşı savaşan muhalifleri suçlayan Seraye, “Özgürlük adına Suriye'yi yağmalıyorlar. Okulları, camileri yıkıyorlar. Buğdayımızı, petrolümüzü kaçak yollardan Türkiye götürüyor hatta bebeklere bile acımayıp onların mamalarını dışarıda satıyorlar” diye konuştu.
Şubat ayı başında da soL Gazetesi, aynı konuyu gündeme taşımış, Suriye’de yaşanan çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli kadınların birçoğunun fuhuşa zorlandığını ve kız çocuklarının da “muta nikâhı” ile Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Kuveyt gibi ülkelerden gelen zengin erkeklere pazarlandığını yazmıştı.
Kapitalizm insanlığı bu kadar bitirmiş olabilir mi?
Çin'in kuzeyindeki Hıbey eyaletinde fare zehiri katılmış yoğurt yiyen iki kardeş hayatını kaybetti.
Ntvmsnbc'nin Şinhua ajansınsından aktardığına göre, kız kardeşlerin büyükannesi, Lianghı köyünde çocukların kreşine yakın bir yerde bulduğu yoğurtları eve götürdü. Çocukların, 24 Nisan'da yoğurdu yedikten sonra zehirlenme belirtileri gösterdikleri ve birinin hastaneye götürülürken, diğerinin ise dün yaşamını yitirdiği ifade edildi.
Polisin yaptığı araştırma sonucu, rakip kreşlerden birinin sahibinin, çocukları okuluna çekmek için yoğurtlara zehir koydurttuğunu itiraf ettiği belirtildi.
Yoğurdu olay yerine bırakan şüpheli ise göz altına alındı.
ABD muhalifleri açıktan silahlandırmaya hazırlanıyor
Obama yönetimi, Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanmış olabileceği iddialarını yeniden devreye sokmasının ardından muhalefeti “açıktan” silahlandırabileceklerini söylemeye başladı.
Son dönemde kimyasal silah iddialarını yeniden gündeme getiren ABD yönetimi, şimdi de “muhalifleri silahlandırabiliriz” demeye başladı. Obama yönetiminin Savunma Bakanı Chuck Hagel, “Suriye'li muhalifleri silahlandırmayı yeniden düşünebiliriz” dedi.
Bir basın toplantısında konuşan Hagel, Obama yönetiminin Suriye konusunda bir dizi seçeneği düşündüğünü ifade etti. “Muhaliflerin silahlandırılması seçeneğini düşünüyor musunuz?” sorusuna “Evet. Muhalifleri silahlandırma bir seçenek” diyen Hagel, “Seçeneklere bakmaya devam etmemiz gerekiyor. Bunlar, partnerlerimiz ve uluslararası toplumla birlikte düşünmemiz gereken seçenekler” dedi.
Muhalifleri zaten silahlandırıyorlar
ABD'den zaman zaman muhalifleri silahlandırabilecekleri yönünde açıklamalar gelse de, ABD'nin muhaliflerin silahlandırılmasında başat bir rol oynadığı biliniyor ancak bunun şimdilik “gizli” yapılmasını tercih ediyor. Bununla birlikte en son Mart ayı sonunda New York Times’da çıkan bir makalede, Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün Türkiye üzerinden Suriye’deki muhaliflere yaptıkları silah yardımının CIA tarafından organize edildiği ortaya çıkmıştı.
ABD'den zaman zaman muhalifleri silahlandırabilecekleri yönünde açıklamalar gelse de, ABD'nin muhaliflerin silahlandırılmasında başat bir rol oynadığı biliniyor ancak bunun şimdilik “gizli” yapılmasını tercih ediyor. Bununla birlikte en son Mart ayı sonunda New York Times’da çıkan bir makalede, Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün Türkiye üzerinden Suriye’deki muhaliflere yaptıkları silah yardımının CIA tarafından organize edildiği ortaya çıkmıştı.
Obama da dün Meksika ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, Suriye'de kimyasal silah kullanılığı yönündeki iddialara cevap olarak “bütün seçenekleri düşünüyoruz” dedi.
Öte yandan, Hagel'in açıklamaları ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve BM Genel Sekretersi Ban Ki-mun'un Suriye'deki çatışmaların olası diplomatik çözümleri konusunda bir araya gelmeleri sırasında geldi.
Diplomatlar toplantı sonrası açıklama yapmaktan kaçınırken, Reuters, Rusya ve ABD arasındaki çatışmanın toplantıyı “felç ettiğini” yazdı.
Son dönemde Obama yönetimi Suriye'de kimyasal silah kullanılmasının “kırmızı çizgi” olduğunu tekrar tekrar yinelerken, bu sırada muhalif kaynaklardan da Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığı yönünde iddialar basında epeyce yer buluyor. İngiltere merkezli muhalefet yanlısı Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriye güçlerinin kimyasal silah kullandığını ve saldırı sonrasında 50 kişinin öldüğünü iddia etti.
"Kimyasal hikayesine ihtiyaç duyuyor"
Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığını Tussia Today'e değerlendiren bağımsız araştırmacı, yazar Soraya Sepapour-Ulrich ise, ABD'nin muhalifleri “doğrudan” silahlandırma yolunda hızlıca ilerlediğini kaydetti.
Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığını Tussia Today'e değerlendiren bağımsız araştırmacı, yazar Soraya Sepapour-Ulrich ise, ABD'nin muhalifleri “doğrudan” silahlandırma yolunda hızlıca ilerlediğini kaydetti.
Suriye yönetiminin iki yıldır ayakta kalmasının ABD'yi hayal kırıklığına uğrattığını ifade eden Ulrich, Suriye'ye dönük dış müdahalenin önünü açmak için ve bu yöndeki desteği artırmak için, Batılı güçlerin kimyasal silah iddiaları gibi bir çok “hikayeye” ihtiyaç duyduğunu ifade etti.
Dikkat! Arınç tüm dizileri izliyor...
Bülent Arınç, dizilerde alkollü sahnelerin çok fazla olduğunu savunarak gerekirse yasaklama yoluna gidebilecekleri sinyali verdi. Arınç, okul dizilerinden de çok rahatsız olduğunu açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, RTÜK’ün kuruluşunun 19. yıl dönümü dolayısıyla kurumun toplantı salonunda düzenlenen törende konuştu. Arınç'ın konuşması televizyon dizileri için verilmiş bir "fetva" tonlaması taşırken, "Mutlaka yasaklayıcı tedbir gerekiyorsa ben şahsen bunu TBMM'de toplumsal bir talep olduğu takdirde gerçekleştirmeyi de kendime vazife bilirim" diyen Arınç olası yasaklamalar için de şimdiden işaret verdi.
"Alkol buzlanmadığı için sıradan içki haline geldi"
Televizyon programlarında sigara konusunda gösterilen hassasiyetin, alkol ve benzeri ürünlerde gösterilmediğini savunan Arınç, şunları kaydetti:
Televizyon programlarında sigara konusunda gösterilen hassasiyetin, alkol ve benzeri ürünlerde gösterilmediğini savunan Arınç, şunları kaydetti:
"Alkol de sigara gibi gençlerimize, insanımıza zararı olan bir üründür. Buna rağmen her akşam yayınlanan dizilerde, sigaranın yerini bol bol alkol şişeleri alıyor. Alkol reklamı yasak olmasına rağmen, dizilerin çoğunda alkol buzlanmadığı için sıradan tüketilen bir içecek haline geldi. Son haftalarda yayınlanan bir ankete göre vatandaşlarımız, yüzde 80'in üzerinde oranla 'Alkol içmiyorum' demesine rağmen, özellikle dizilerimizde alkol sanki her ailenin evinin bir parçasıymış gibi gösteriliyor. Dizilerimizde, aile sofralarında alkolün sıradanlaştırılması, sigaranın zararlarını anlattığımız bir ortamda başka bir zararlı ürün sorununun da oluşmasına yol açıyor."
"Kadehe elini sürmesi, şişeyle arkadaş olması..."
Kapalı yerlerde sigara içmenin yasaklanmasının Türkiye'yi örnek ülke haline getirdiğini savunan Arınç, sigaranın kötü bir alışkanlık olduğunu ve vücuda zararları bulunduğunu kaydederek şöyle konuştu:
Kapalı yerlerde sigara içmenin yasaklanmasının Türkiye'yi örnek ülke haline getirdiğini savunan Arınç, sigaranın kötü bir alışkanlık olduğunu ve vücuda zararları bulunduğunu kaydederek şöyle konuştu:
"Şüphesiz alkol de bunlardan birisi. Kapıyı açar açmaz insanın şişeye sarılması, merhaba dedikten sonra hemen elindeki kadehle içki sunması, hangi toplumun değerlerini gösteriyor veya neyi bize anlatmak istiyor. Toplumda ilgiyle takip edilen diziler var. Bu dizilerin arka planında başka unsurların yattığını da biliyoruz. Mesela çok meşhur birisinin, adeta o dizilerde insanın nefes almadan seyrettiği birilerinin sık sık alkole, kadehe elini sürmesi, şişeyle arkadaş olması, acaba o karakterin o dizide yaptığı rolle mi ilgilidir yoksa gizli sponsorların cebine doldurdukları parayla bizim reklamımızı yap demesiyle mi ilgilidir?"
"Yasaklamayı kendime vazife bilirim"
Arınç, "Mutlaka yasaklayıcı tedbir gerekiyorsa ben şahsen bunu TBMM'de toplumsal bir talep olduğu takdirde gerçekleştirmeyi de kendime vazife bilirim. Ben gençliğimizi, ailemizi seviyorum, onların vücutlarına, akıl ve dimağlarına zarar verecek bir şeyin önlenmesi gerektiğine toplum bizi iterse ve bu bir yasal düzenleme olacaksa buna da hazır olduğumuzu şahsen Bülent Arınç olarak, bu işte görevli bir bakan olarak da açıkça söylüyorum" ifadelerini kullandı.
Arınç, "Mutlaka yasaklayıcı tedbir gerekiyorsa ben şahsen bunu TBMM'de toplumsal bir talep olduğu takdirde gerçekleştirmeyi de kendime vazife bilirim. Ben gençliğimizi, ailemizi seviyorum, onların vücutlarına, akıl ve dimağlarına zarar verecek bir şeyin önlenmesi gerektiğine toplum bizi iterse ve bu bir yasal düzenleme olacaksa buna da hazır olduğumuzu şahsen Bülent Arınç olarak, bu işte görevli bir bakan olarak da açıkça söylüyorum" ifadelerini kullandı.
Arınç'a göre kötülük dizilerden yayılıyor
Arınç'ın bir diğer hedefi de televizyonlarda yayınlanan okul dizileriydi. "Bu okul dizilerindeki öğrenciler öğrenci midir, erkeğiyle kızıyla bunların kıyafetleri bir öğrenci kıyafeti midir, konuştukları öğrenci dili midir, öğrenci ile öğretmen arasındaki ilişkiler Türkiye'de bildiğimiz nitelikte midir?" diyen Arınç, "Hangi entrika, hangi çekememezlik, hangi saç baş, hangi sevgiliyi paylaşamama, hangi birbirini şişleyecek noktada birbirlerine arkadaş beğenmek, bu dizilerde verilmek istenen nedir Allah aşkına? Gençliğin heyecanını, gençliğin sevgisini, aşkını, böylesine kötü rol modellerle ortaya koyma çabalarında şahsen bir kötülük hissediyorum" diye konuştu.
Arınç'ın bir diğer hedefi de televizyonlarda yayınlanan okul dizileriydi. "Bu okul dizilerindeki öğrenciler öğrenci midir, erkeğiyle kızıyla bunların kıyafetleri bir öğrenci kıyafeti midir, konuştukları öğrenci dili midir, öğrenci ile öğretmen arasındaki ilişkiler Türkiye'de bildiğimiz nitelikte midir?" diyen Arınç, "Hangi entrika, hangi çekememezlik, hangi saç baş, hangi sevgiliyi paylaşamama, hangi birbirini şişleyecek noktada birbirlerine arkadaş beğenmek, bu dizilerde verilmek istenen nedir Allah aşkına? Gençliğin heyecanını, gençliğin sevgisini, aşkını, böylesine kötü rol modellerle ortaya koyma çabalarında şahsen bir kötülük hissediyorum" diye konuştu.
Arınç serbest kıyafeti unuttu
Sadece bu dizileri yapmak üzere kurulmuş televizyonlar olduğunu savunan arınç Arınç, şunları kaydetti:
Sadece bu dizileri yapmak üzere kurulmuş televizyonlar olduğunu savunan arınç Arınç, şunları kaydetti:
"Çocuklarımız kravatlarını affedersin göbeğinden bağlamaya çalışıyorsa, kedi kuyruğu gibi bir kravatı bir tarafına bağlamış durumdaysa, bizim dönemlerimizde Osman Yüksel Serdengeçti vardı, Antalya milletvekili, o hatırıma geliyor. Kravat bağlamazdı da 'Kravat bağlamak mecburi' deyince göbeğine bağlamıştı. Bizim bu dizilerdeki gençlerimizin de boynunda kravata benzer bir şey var ama göbeğine doğru sarkmış, ne idüğü belirsiz bir şey.Bu öğrencinin kravat takması gerekiyorsa böyle mi takacak? Kızlarımızın eteklerinden, kıyafetlerinden bir öğrenci kıyafeti olduğunu anlayabilecek miyiz? Ama emin olun bu dizileri izleyenlerin hepsi okullarında bu şekilde giyinmeye çalışıyor. Aynı kelimeleri kullanmaya gayret etmeye çalışıyorlar. Sevginin, aşkın yerini günübirlik heyecanlar ve heveslerle tatmin etmeye çalışıyorlar."
Markaların altındaki işçi cesetleri...
Markaların altındaki işçi cesetleri...
1 Mayıs’ta kitlesel eylemlerin düzenlendiği Dakka’da, enkaz altından çıkarılan ve kimliği belirlenemeyen tekstil işçileri için toplu mezarlar kazıldı.
Dakka’da çöken iş merkezinde ölenlerin sayısının bine yükselmesi bekleniyor. Ölen işçiler çok düşük ücret karşılığında dünyaca ünlü Mango, Benetton, Zara gibi markaları üretiyordu.
Bangladeş’in başkenti Dakka’da geçen hafta çöken iş merkezinde yaşamını yitirenlerin sayısı 430’a yükseldi. Arama kurtarma ekiplerinin Rana Plaza’nın enkazında 20 kişinin daha cesedine ulaşmasının üzerine ölü sayısı artarken, bu sayının bini bulacağı tahmin ediliyor.
soL gazetesinde yer alan habere göre, 24 Nisan sabahı çöken Rana Plaza’da bulunan beş konfeksiyon atölyesinde, çoğu kadın 3 binin üzerinde tekstil işçisi çalışıyordu. Yasadışı yollardan üç kat eklendiği belirtilen ve içinde alışveriş merkezi de bulunan Plaza’nın çökmesinden bir gün önce, duvarlarda oluşan çatlaklar nedeniyle işçiler çalışmayı reddetmişti. Ancak ertesi gün patronun işten atma tehditleriyle karşı karşıya kalan işçiler çalışmak zorunda kalmış ve göz göre göre ölüme gönderilmişti. Binanın çökmesinin ardından işçiler çok sayıda eylem yaptı ve şehirdeki çok sayıda fabrikaya yönelik saldırılar gerçekleştirildi. O günden beri kapalı olan fabrikalar, dün yeniden açıldı.
1 Mayıs İşçi Bayramı’nda ellerinde bayraklar ve pankartlarla sokaklara dökülen Bangladeşli işçiler iş merkezinin sahibi Muhammed Sohel Rana’nın idam edilmesini istedi. Can güvenliklerinin sağlanması talebinde bulunan işçiler, insanca yaşamak ve çalışmak istediklerini ifade ederek hükümete bir an önce eyleme geçmesi çağrısında bulundu.
Yaşamını yitiren yüzlerce işçinin, günde 15 saat çok düşük ücretler karşılığında ürettiği ürünler ise Mango, Benetton, C&A, Wal-Mart, Zara, Primark gibi hepimizin bildiği, ünlü ve pahalı markalara ait. Binanın çökmesinden sonra bir açıklama yapan İngiliz Primark firması, ölenlerin ailelerine tazminat ödeyeceğini belirterek, “Sorumluluğumuzun farkındayız. Diğerleri de ortaya çıksın” dedi.
“Küreselleşme” adı altında malların ve sermayenin sınırsız dolaşımı sağlanırken, ulus ötesi şirketlerin pek çoğu üretimlerini çok daha düşük maliyetle sürdürebilecekleri az gelişmiş ülkelere kaydırdı. İşçi ücretlerinin düşük, işçiyi koruyucu mevzuatın gevşek ve işçilerin örgütsüz olduğu bu ülkelerde yapılan üretim, şirketlerin kâr oranlarını katlayarak artırırken, işçileri yalnız böyle “kazalarla” değil, yaygınlaşan meslek hastalıklarıyla da ölüme sürüklüyor. Bangladeş, Çin ve Tayvan, üretimin kaydırıldığı ülkeler arasında yer alıyor.
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın, “Türkiye’de Çin ve Tayvan’dan daha düşük maliyetli işgücüne sahibiz” ifadesini kullanarak çağrı yaptığı yabancı sermaye de tam böyle “cennet”ler arıyor kendine.
Butto davasına bakan savcı öldürüldü
Pakistan eski başbakanı Benazir Butto'ya düzenlenen suikastla ilgili davayı soruşturan savcı öldürüldü.
Pakistan'ın eski başbakanlarından Benazir Butto'nun 2007 yılında öldürülmesini soruşturan savcı Chaudhry Zülfikar Ali, arabasında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Pakistan polis yetkilisi yaptığı açıklamada, savcının aracına yaklaşan iki motosikletli saldırgan tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Suikastin, Zülfikarın Butto davasıyla ilgili görülecek yeni duruşmaya giderken gerçekleştiği bildirildi.
El Cezire'nin haberine göre, saldırı nedeniyle aracın kontrolünü kaybeden savcı Zulfikar'ın bir kadına çarparak ölümüne neden olduğu bildirildi. Öte yandan Zülfikar'ın korumasının da saldırı sırasında hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Zülfikar'ın bir süre önce içişleri bakanlığından koruma talep ettiği ifade ediliyor. Zülfikar, Butto'ya düzenlenen suikastla ilgili başlatılan soruşturmayı yürütmüştü. Zülfikar ayrıca, aralarında Pakistan eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in de yargılandığı davanın savcıları arasında yer alıyordu. Şu anda ev hapsinde tutulan Müşerref, Butto'ya yeterli koruma sağlamamakla suçlanıyor
AKP’den bir 'rekor' daha: Örtülü ödenek uçtu
Hükümet yeni bir rekora imza attı. AKP’li yıllarda sürekli artan Başbakanlık örtülü ödenek harcamaları geçen yıl 694 milyon TL'ye yükselerek Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. Bu rekor meblağın nereye harcandığı ise açıklanmıyor.
Başbakanlık’ın 2012 yılı faaliyet raporu, AKP iktidarıyla birlikte sürekli artan örtülü ödenek harcamalarının bu yıl rekor kırdığını ortaya koydu. Rapora göre, Başbakanlık örtülü ödenek harcamaları bir önceki yıla göre 300 milyon TL artarak, 2012 yılında 694 milyon TL'ye yükseldi.
Cumhuriyet’ten Fırat Kozok’un haberine göre, Özel Kalem Müdürlüğü’nün bütçe ödeneği 2012 yılı başında 10 milyon 862 bin TL olarak öngörüldü. Bu rakamın 10 milyon 861 bin TL’sini Özel Kalem Müdürlüğü harcamaları oluştururken, örtülü ödenek için 1000 TL öngörüldü. Ancak “iz ödenek” uygulaması ile örtülü harcamaları yıl sonunda tam 694 bin kat fazla oldu.
Özel Kalem Müdürlüğü kendisine verilen bütçeyi 1 milyon 776 bin TL aşarak, 12 milyon 637 bin TL harcadı. Örtülü ödenek harcaması ise tam 694 milyon 229 bin 493 TL’ye ulaştı. Bu iki kalemle birlikte Özel Kalem Müdürlüğü bütçesi 700 milyon 867 bin 465 TL olarak gerçekleşti.
"Suriye'deki muhaliflere silah örtülü ödenekten karşılanmış olabilir"
Öte yandan örtülü ödeneğin nerelere harcandığının araştırılması için çalışma yürüten CHP Milletvekili Hurşit Güneş ise, daha önce yaptığı bir açıklamada bu rakamın yılsonuna kadar 1 milyar lirayı bulacağını tahmin ettiklerini ifade etmişti.
Öte yandan örtülü ödeneğin nerelere harcandığının araştırılması için çalışma yürüten CHP Milletvekili Hurşit Güneş ise, daha önce yaptığı bir açıklamada bu rakamın yılsonuna kadar 1 milyar lirayı bulacağını tahmin ettiklerini ifade etmişti.
CHP’li Güneş, bu konuda net bir bilgi sahibi olunamamakla birlikte Suriye’deki muhaliflere giden silah ve mühimmatın örtülü ödenekten karşılanmış olma ihtimalinin çok yüksek olduğuna dikkat çekmişti. Örtülü ödeneğin tamamının Suriye için harcanmış olmasının düşünülemeyeceğini belirten Güneş, ancak harcamalara bakıldığında, 600 milyon TL’lik bir harcamanın Suriye nedeniyle yapılmış olabileceğini ifade etmişti.
Örtülü ödenek ve iz ödenek nedir?
Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü bütçesi iki ana alt kalemden oluşuyor. Bunlar örtülü ödenek harcamaları ve Özel Kalem Müdürlüğü’nün görev tanımı kapsamındaki harcamaları kapsıyor.
Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü bütçesi iki ana alt kalemden oluşuyor. Bunlar örtülü ödenek harcamaları ve Özel Kalem Müdürlüğü’nün görev tanımı kapsamındaki harcamaları kapsıyor.
5018 sayılı kanunun 24. maddesi uyarınca tanımlanan örtülü ödenek, ilgili yasa maddesinde kamu faydası ve ülke bekası adına yapılan kapalı savunma (gizli savunma) ve kapalı istihbarat ( gizli istihbarat ) hizmeti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarı, yüksek menfaati, güvenliği, üst düzey sosyal, siyasi ve kültürel vaziyetler gibi durumların gerektirdiği hallerde hükümet ve bağlı birimleri tarafından harcanmak üzere başbakanlık bütçesi dâhilinde ayrılan ödeneğe denir. Örtülü ödenek, kamu adına verilen vazifelerin icap ettirmesi halinde istihbari faaliyetler icra etmekte olan kamu kuruluşlarının bütçelerine aktarılabilir veya bu kurumlara örtülü ödenek tahsis edilebilir.
Yasaya göre örtülü ödenek bu amaçlar dışında ve Başbakan’ın ailesi ile kişisel harcamaları ya da siyasi partilerin propaganda çalışmalarında kullanılamıyor. Buna karşın ödeneğin kullanılma yeri, giderin kimin tarafından yapılacağı, hesapların yönetilme şekli tamamen Başbakan tarafından belirleniyor.
Örtülü ödenek en çok Refah - Yol ve Ana – Yol koalisyon ortaklıkları döneminde, Türkiye’nin ilk kadın Başbakanı Tansu Çiller ile gündeme geldi. Dönemin ünlü dolandırıcısı Selçuk Parsadan tarafından Çiller’in dolandırıldığı ve örtülü ödenekten Parsadan’ın hesabına para aktarıldığı ortaya çıkmıştı.
2 Mayıs 2013 Perşembe
ABD'lilerin çoğu Suriye'ye müdahaleye karşı
Yapılan araştırma sonuçlarına göre, ABD vatandaşlarının çoğunluğunun ülkesinin Suriye'ye dönük bir müdahaleye karşı olduğunu ortaya çıkardı.
ABD'de yapılan bir kamuoyu anketi, ABD vatandaşlarının çoğunun Suriye'ye dönük bir ABD müdahalesinin karşısında olduğunu olduğunu gösterdi.
Obama yönetiminin kimyasal silah provokasyonları ve İsrail yanlısı Kongre üyelerinin Suriye'ye doğrudan müdahale çağrıları geldiği sırada yapılan ankette, katılımcıların yüzde 61'i Suriye'ye müdahaleye karşı çıktı.
Reuters/Ipsos, tarafından yapılan ve online olarak gerçekleştirilen ankette, sadece yüzde 10'luk bir kısım dış müdahaleye destek verdiğini açıkladı.
Press TV'nin aktardığı habere göre, Sonuçlar, daha önce ABD merkezli CBS News ve New York Times tarafından gerçekleştirilen ve dış müdahale karşıtlığının yüzde 62 çıktığı anket sonuçlarını da doğruladı.
Öte yandan, İsrail yanlısı Kongre üyeleri ise Suriye'ye doğrudan müdahale çağrılarını yoğunlaştırırken, ABD basınına yansıyan haberlerde de üstü düzey Obama yönetimi yetkililerin, Vaşington'un 'muhaliflere dönük desteğini “ölümcül silahlarla” artıracağı hatta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın gidişinin hızlandırılması için asker göndermeyi planladığı yönündeki açıklamaları yer aldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)